1. Haberler
  2. Politika
  3. Casene Tanıklığı: Şahidim « İlke TV

Casene Tanıklığı: Şahidim « İlke TV

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dağların eteklerinden geldiler, umudun kapısını araladılar…

10 Temmuz sabahı, önemli bir tarihe tanıklık etmek için Süleymaniye’ye doğru yola çıktık. PKK’nin silah bırakma törenine katılmak üzere, farklı yerlerden gelen gazeteciler, siyasetçiler, Barış Anneleri, hak savunucuları ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle Diyarbakır’da buluştuk. Dört otobüsten oluşan konvoyla, yaklaşık 150 kişilik bir heyet olarak yola çıktık.

Cizre’de kısa bir yemek molası verdik ve heyete en son katılanlarla da buluşmuş olduk burada. Yolculuğun ağırlığı kadar beklentisi de o durakta yapılan konuşmalarda kendini yeniden hissettirdi. Mekân sahibinin ve çalışanların heyecanı, umudu, beklentileri konuşmadan dahi anlaşılıyordu. Oradan ayrılıp yola düşerken yüreklerin sıcaklığı, havanın sıcağından daha yüksek dereceye ulaşmıştı…

Yol boyu Müslüm (Yücel) abinin geçtiğimiz yerlerin tarihini anlattığı, yer yer hüzünlü, yer yer neşeli hoş bir sohbet ortamı vardı. Suriye sınırından geçtiğimiz anda, sınırda çekilen tel örgülerin ne kadar anlamsız olduğunu bir kez daha düşündüm… Nusaybin ve Kamışlo birinden diğerine yürüyerek geçilecek kadar yakın iki yerleşim yeri. Bir zamanlar tek bir şehir gibi yaşarken, Sykes-Picot Anlaşması’yla bölünmüş, biri Türkiye’de (Nusaybin), diğeri Suriye’de (Kamışlo) kalmış… Türkiye vatandaşlarının Kamışlo’ya kara yoluyla geçmesi resmen yasak; kapı 2012’den bu yana kapalı… Tel örgüler arasından ellerin birbirine değiyor ama sarılamıyorsun. Düşünsene; akrabaların, arkadaşların, kardeşin, sevgilin, sevdiğin herhangi biri bir tel örgünün ardında ve sen ona sarılamıyorsun, cemal cemâle gelip bir sofrada yemeğini yiyemiyorsun… Ne hissederdin?

Aklımda sorular, yüreğimde ince bir sızıyla Habur Sınır Kapısı’na vardığımızda, Irak Federe Kürdistan Bölgesi yetkilileri bizleri karşıladı. KDP Politbüro Üyesi Serbest Lezgin, Duhok Valisi Dr. Ali Teter, Zaho Valisi Guhdar Şexo ve Başkan Yardımcısı Dilşad Şehab’ın da aralarında olduğu üst düzey bir protokol heyeti hazırdı.

Türkiye’den gelen heyette DEM Parti Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, DBP Eş Genel Başkanları, HDK Sözcüsü Ali Kenanoğlu, deneyimli siyasetçiler Leyla Zana, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, Ahmet Türk, barolar, hak örgütleri, Barış Anneleri ve gazeteciler yer alıyordu. (Leyla Zana ve Ahmet Türk, heyete Erbil’de dâhil olanlar arasındaydı.)

Habur Sınır Kapısı’nda yapılan basın açıklamasında Kürtçe konuşan DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır: “Yarın tarihi bir ana tanıklık edeceğiz. Bu süreç sadece Türkiye için değil, tüm halklar için büyük bir anlam taşıyor” dedi.

Karşılamada konuşan Başkan Yardımcısı Dilşad Şehab ise “Kürdistan Bölgesi Hükûmeti adına hepinizi tebrik ediyoruz. Ama en büyük tebrik, Barış Annelerine” dedi. “Kürdistan Bölgesi’nde çok sayıda dostunu, yakınını görecek; tarih boyunca kendileri gibi acı çeken ve halkımızın onurlu bir şekilde yaşaması uğruna gözyaşı döken çok sayıda anneyi görecekler. O yüzden burada evinizdesiniz, hoş geldiniz” diyerek Barış Annelerine özel bir teşekkürü ihmal etmedi…

Açıklamanın ardından DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ile kısa bir söyleşi yaptım, tanıklık edeceğimiz silah yakma töreninin nasıl bir anlamı var diye sordum:

“Çok tarihi ve önemli bir anlamı var. Hukukun, demokrasinin, adaletin hüküm olduğu bir Türkiye’nin kapısı aralanıyor. Her birimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor” diye yanıtladı. Oraya giden herkes, nasıl bir sorumlulukla geri döneceğini gitmeden biliyordu aslında…

Herkes yerli yerine yerleşti ve yoğun güvenlik önlemleri eşliğinde yola koyulduk. Geceyi Erbil’de geçirdik. Özenli bir karşılama oldu, yemekler yendi. Yine birçok soru içeren sohbetin ardından, uyuyamayacağımızı bile bile odalara geçildi. Ertesi sabah Süleymaniye’ye gideceğimizi biliyorduk fakat törenin yapılacağı yer açıklanmadı. Güvenlik önlemleri yüksekti. Sabah 06.30’da otelin önünde buluştuk. Siyah minibüslere bindik. Önümüzde ve arkamızda güvenlik güçlerinin araçları vardı. Dağ yollarında ilerlerken, kısa aralıklarla konumlanmış güvenlik görevlileri, özel timler alana giden heyetin ve tabii ki törenin güvenliğini sağlıyordu.

Alana yaklaştıkça uyarılar artıyordu: “Telefon, kamera, kayıt cihazı alınmayacak.” Sadece belleğimizin tanıklığıyla orada olacaktık.

Casene Mağarası’nın bulunduğu alan 50 derecenin üzerindeydi. Gölgelikler ve çadırlar kurulmuştu. Çay kahve ikramları, buzlar içinde sular, açık alandaki insanları serinletmek üzere pervaneler bile düşünülmüştü. Bir platform, dev bir ekran, dört sandalye ve çanak biçiminde büyük bir yapı hazırlanmıştı. Platformun arkasındaki ekranda, Abdullah Öcalan’ın 9 Temmuz’da yayınlanan görüntülü videosundaki son fotoğrafı yer alıyordu. Gösterişli bir merdiven, dağların arasından alana iniyordu. Gözler o merdivene çevrilmişti.

Alandaki sandalyeler iki sıra halinde dizilmişti; ön sıra protokole, arka sıra gazetecilere ayrılmıştı. Sol tarafımızda ise Barış Anneleri, Leyla Zana, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, HDK Eş Sözcüleri, DEM Parti Eş Genel Başkanı ve milletvekilleri, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri oturuyordu…

Vermem gereken bir de “detay” var burada. Yaklaşık 40 gazeteci olarak biz, DEM Parti’nin davetiyle otobüslerle o alana gittik. Ancak devletin davetiyle geldiğini düşündüğümüz bazı gazeteciler—A Haber, TV100, Habertürk, Milliyet gibi medya kuruluşlarından isimler—bir gün önceden uçakla direkt Erbil’e geldiler. Alanda kendilerine protokolde yer ayrıldı. Bizim defalarca uyarıldığımız telefon yasağına rağmen, bu isimler tören alanına telefonlarıyla girdiler ve fotoğraf çekebildiler…

(Alanda ANF, AA, Medya Haber ve Channel 8 görüntüleri kaydeden medya kuruluşlariydi. Onun dişinda herhangi bir yayina izin verilmedi.)

‘Şahitliğinizde özgür irademizle silahlarımızı imha ediyoruz’

Merdivenden ilk görünen, KCK Yürütme Konseyi Eş Sözcüsü Bese Hozat oldu. Hozat ile birlikte 15’i kadın, 15’i erkek olmak üzere 30 PKK’li yürüyerek alana indi. Tören alanında sanki nefesler tutulmuş gibi bir sessizlik hâkimdi.

Tören öncesinde Türkçe, Kürtçe ve İngilizce dillerinde hiçbir slogan, alkış, zılgıt vs. atılmaması yönünde uyarılar yapıldı fakat merdivende Bese Hozat göründüğünde alkışlar, zılgıtlar dağlarda yankılandı…

Gelenler sessizlik içinde platforma çıktılar. Açıklamanın Türkçesini okuyan Bese Hozat, Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine ve özgür iradeleriyle orada olduklarını belirtti. Hozat:

“Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 günü açıkladığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, 5–7 Mayıs günlerinde yapılan PKK 12. Kongre kararları temelindedir. Barış ve Demokratik Toplum sürecinin pratik başarısı için bir iyi niyet ve kararlılık adımı olarak ve bundan sonra özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelemizi, demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde sizlerin huzurunda silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz” diyerek bu tarihi kararın temel ilkelerine de açık gönderme yaptı.

Açıklamanın Kürtçesini Behzad Çarçel (Nedim Seven) okudu. Silah yakma törenine geçmeden önce Bese Hozat, metin dışında çok önemli bir ekleme yaptı:

“Bu sürecin başarıya ulaşması için hukuksal reformlara, yasal ve anayasal düzenlemelere ihtiyaç var. Şimdi hepinizin şahitliğinde silahlarımızı imha ediyoruz.”

Bu sözleri duyduğum anda aklıma Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” geldi. Ve o çağrıyı kamuoyuyla paylaşırken, Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’ın notunu ekleyerek hukuki ve siyasi düzenlemelere duyulan ihtiyacı dile getirdiği o an… Önder’in bir barış elçisi olarak bu günü görememiş olması büyük bir hüzün yarattı içimde. Ama bu hüzün yerini umuda da bıraktı. Umarım bizi bir yerden görüyordur. Ve kardeşi Ali Fuat Önder’in dediği gibi, barışın geldiği bu anları huzurla izliyordur.

Yakılan silahların ateşi barışa meşale olacak mı?

Alandaki büyük çanağa önce silahlarını, sonra palaskalarını bıraktılar. Her biri eksiksiz, düzenli ve sabırlıydı. Düşen bir silah, yeniden düzeltilerek dik bir şekilde çanağa yerleştirildi. Örgüte 36 yıl önce katılan da, 20 yıl önce katılan da, 2 yıl önce katılan da oradaydı. Yaş gruplarına göre özel bir seçimin yapıldığı belliydi. Her bir detayla çok önemli mesajlar veriliyordu adeta…

Bese Hozat ve Behzad Çarçel, yanmakta olan odunları çanağa bıraktı. Ardından çanağa benzin döküldü ve silahlar yandı…

Yakılan silahların envanter ve seri numaraları, İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Özgürlük İçin Hukukçular Derneği’ne; Irak hükûmeti ve bölgesel yönetimden iki yetkilinin gözetiminde teslim edildi.

Silahlarını bırakanlar, törenin ardından tekrar merdivenden çıkarak dağlara çekildi. Giderken de gelirken de slogan atılmaması uyarısı yapılmıştı; ancak zılgıtlar, sloganlar, alkışlar yine yükseldi.

Bu imha yalnızca bir askerî karardan ibaret değildi. Hozat’ın sözleri, bunun siyasî, sosyolojik ve tarihî bir dönüm noktası olduğunun altını bir kere daha çizdi. Kadınlara, gençlere, işçilere, emekçilere, sosyalistlere, inanç gruplarına ve aydınlara yapılan çağrılar, bu törenin yalnızca Kürt meselesiyle sınırlı kalmadığını, daha geniş demokratik bir dönüşüm iradesi içerdiğini işaret ediyordu.

Gözyaşlarıyla sulanan barış

O anlarda birçok kişiyi umut kadar hüzün de sarstı. “Meclis komisyonu kurulsa, hukuki düzenlemeler yapılsaydı; bu insanlar doğdukları, büyüdükleri yerlere dönebilseydi, demokratik siyasete katılsalardı…” Bu soruların gölgesinde bir sitem, bir hüzün, bir özeleştiri hâli dolaşıyordu. Ve herkesin zihninde aynı dilek vardı:

“Bir daha asla savaş konuşulmasın. Bu sadece bir adım değil, kalıcı bir barışa dönüşsün.” Aynı zamanda, orada bulunan herkesin yüzünde büyük bir sorumluluk ifadesi vardı. Bu ülkede barışı ve demokrasiyi kurmak artık bir temenni değil, bir görevdi.

Gözyaşlarını tutamayan Barış Anneleri ve siyasetçiler gözden kaçmadı… Gözyaşlarının pek çok sebebi vardı. Birincisi, 47 yıldır süren savaşın bitme umuduydu. Barışa bir kapı aralanıyordu. İkincisi, bu insanlar ülkesine dönebilecek miydi? Siyasete katılabilecek miydi? Yoksa hapse mi gireceklerdi? Sorularının yanıtlarının bilinmesine rağmen henüz somut adımların atılmamasının tedirginliğiydi…

Bir diğeri, bunca yıl yaşanan acıların yeniden hatırlanmasıydı.

Barış Anneleri için bir başkası ise; “Evladımı görebilirim belki.” umudunun o gün için kaybolmuş olmasıydı.

O an şunu düşündüm: Televizyonların başında, ekranlara kilitlenmiş binlerce insan; anneler, kardeşler, babalar, sevgililer, arkadaşlar “Acaba bir tanıdığımın yüzünü görebilir miyim?” diye bekliyordu. Kim gördü, kim göremedi, bilinmez ama dileğim, çok uzak olmayan bir zamanda herkesin sevdiklerine kavuşabilmesi.

Demokratik ve kalıcı barış için “beklenen” adımlar

Törende en çok konuşulan konulardan biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ertesi gün yapacağı konuşmaydı. Siyasetçilerde olmasa da halkta beklentiler yüksekti: Genel af, yasal düzenlemeler, kayyımların kaldırılması, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması, cezaevindeki siyasetçilerin tahliyesi… Bunlar gündeminde olacak mı? Somut bir yol haritası açıklayacak mı? Süreci sahiplenecek mi? Atılan adıma aynı değerde bir karşılık verecek mi?

Ertesi sabah Diyarbakır’a vardığımızda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gazetecilerle birlikte dinledik. DEM Parti ve DBP yöneticileri de aynı yerdeydi. Erdoğan, sürecin sahibi olduğunu ifade etti. Meclis komisyonu kurulacağını söyledi. Ancak somut adımlar içermeyen bir konuşmaydı.

“Artık DEM, AKP, MHP birlikte çalışacak” dedi. Bu açıklama, bazı çevrelerde “ittifak” algısı doğurdu. Ancak DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan, hemen açıklama yaparak şu ifadeyi kullandı:

“Bu bir süreç ittifakıdır. Kimse farklı bir yere çekmesin. Herkes gittiği yolunu biliyor.”

Zaten bunca yılını demokratik bir ülke için mücadeleye adayan bir siyasî geleneğin demokrasiden vazgeçmesi beklenemez diye düşünüyorum. Nitekim sürecin adını “Barış ve Demokratik Toplum” olarak koyan ve altını söylemleriyle dolduran bir çağrı var ortada. Şimdi sıra bu çağrıyı pratikleştirme adımlarında. Onu da yer yer gözlemleyerek, yer yer omuz vererek görmek gerekiyor. Temkinli iyimserlik hâlimi fazlasıyla korumaya devam ediyorum bu aşamada.

Konuşma, süreci destekleyenleri de karşı çıkanları da tam olarak tatmin etmedi. Ama önemli olan şu: Cumhurbaşkanı ilk kez bu sürece bu kadar açık sahip çıktı.

Geçtiğimiz hafta Devlet Bahçeli, “Bu bir devlet politikasıdır ve devletin başı bu politikayı uygulamakla mükelleftir.” demişti. Erdoğan da bunu uygulayacağını söyledi.

Nasıl bir barış?

Şimdi esas soru şudur: Bu barış, iktidarın şekillendirdiği bir barış mı olacak? Yoksa halkların ortak iradesiyle inşa edilecek, eşit, özgür, demokratik, adil, kalıcı bir barış mı?

İkinci seçenek için; DEM Partisi’yle, CHP’siyle, sosyalistleriyle, emekçileriyle, Alevileriyle, Kürtleriyle, kadınlarıyla, gençleriyle, barış ve hak örgütleriyle bir arada yürümek, ortaklaşmak gerektiği çok açık.

Süreç her açıdan, böl–parçala–yönet stratejilerine karşı bir arada durmayı gerektiriyor. Tam burada Ahmet Türk’ün kayyımlarla ilgili söylediklerini hatırlamakta fayda var.

Silahların imha edildiği törende, gazeteci Kemal Göktaş’a konuşan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk, kayyım uygulamalarının kaldırılması ve göreve iade edilmesi konusundaki beklentilere dair:

“Ben bu aşamada CHP’li belediyelere kayyımlar atanırken böyle bir şey olmasını istemem. Bunu kabul etmek istemem. Olacaksa bütün kayyım uygulamaları kaldırılmalı.” diyerek sürece yaklaşımlarının demokrasi zemininden hiç kaymadığını ve kaymayacağına dair işareti de çok güçlü bir şekilde veriyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Adıyaman halk buluşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına atıfta bulunarak, Erdoğan’ın iktidarını sürdürmek için yeni ittifak görüntüsü verdiğini ve tarihi bir fırsatı heba etmeye çalıştığını belirtti. Özel, “Biz Kürt’ü ile Türk’ü hep beraberiz, omuz omuzayız. Bu tarihi fırsatın heba edilmesine izin vermeyeceğim. Göreceksiniz; millet kazanacak, halk kazanacak, sağduyu kazanacak.” dedi.

Özel’in sürece yaklaşımı ve maruz kaldıkları tüm baskılara rağmen geri adım atmaması takdire şayan. Ancak şunu belirtmekte de fayda var: Kürt toplumu somut adımlar, çözüm için bir yol haritası bekliyor. Bir tarafta iktidarını korumak üzere hareket eden bir anlayıştan vazgeçmeme inadı varken, diğer tarafta iktidara gelme ümidiyle hareket etme ihtimali, güven duymayı engelliyor. Ancak Özel’in söylemlerinin Kürt sorununun demokratik ve kalıcı bir çözümü için somut bir yol haritasıyla birleşmesi, Kürt halkında oldukça etkili bir karşılık bulacak gibi görünüyor; bu açık bir gerçek.

Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik çözümü, demokratik cumhuriyetin inşası, Türkiye’nin laik bir hukuk devleti olması, ortak çabayı zorunlu kılıyor. Tüm bu beklentileri iktidarın inisiyatifine bırakmak düşünülemez sanırım?

Casene’de gördüğüm, şahitlik ettiğim o barış adımı; izleyen, gözleyen, bekleyen herkese çok ağır bir sorumluluk yüklüyordu. Artık bu sorumluluktan kaçış yok.

Şöyle bir not eklemekte de fayda var; kimse açık açık söylemese de Türkiye’den ABD’den, Irak’tan istihbaratın oralarda olduğu biliniyordu. Türkiye’nin bu süreci kurulan mekanizmayla takip ettiği bizat organiasyona dahil olduğu da konuşulanlar arasında.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Casene Tanıklığı: Şahidim « İlke TV
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin