1. Haberler
  2. Politika
  3. Suriye, maskeleri indiren ülke

Suriye, maskeleri indiren ülke

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye’de siyaset, yaklaşık 11 aydır, cumhuriyetle yaşıt Kürt sorununun çözümüne dair kafa patlatıyor. Son 40 yılda, 100 bin civarında insanın hayatına mal olan, ekonomiye bir kaç trilyon dolar yük getiren, demokrasi ve hukuk devletinin yerleşmesi ve gelişmesi için atılması gereken adımları her seferinde geri bıraktıran bu kanlı süreç, ağır bedeller ödeyen Kürtlerin taleplerinde herhangi bir geri adıma sebep olmadı.

Bilakis Kürtler, Türkiye’de legal siyaset alanında anahtar rolü oynayacak kadar güçlü siyasal yapılar kurdular. Aynı zamanda Suriye’de, hem rejim değişikliği sürecinde hem de sonrasında, inşa ettikleri güçlü ekonomik ve askeri yapıları ve tüm toplumsal çeşitliliği bir arada yaşatmayı becerebilen siyasal modelleriyle Ortadoğu’nun medeniyet taçıyıcıları olduklarını gösterdiler.

Zaten, Baas sonrası iktidara gelen HTŞ militanları, her ne kadar Suriye’nin milli varlıklarını peşkeş çekerek Batı’dan meşruiyet satın almış olsalar da inşa ettikleri rejimin hem Alevilere hem de Dürzilere karşı giriştiği katliam, tecavüz ve diğer savaş suçları gösterdi ki, el-Kaide eskisi bu kadrolar Suriye’yi yönetmeye ehil değildirler.

Doğrusu Türkiye’nin, aynı zamanda vatandaşlarının akrabaları olan ve Ortadoğu’nun en medeni siyasal projesini yıllardır başarıyla icra eden Kürtler dururken tüm yatırımını, tek mesaisi İslam’ın imajını yerle bir etmek olan bu vahşilere yapması akıl alır gibi değil. Bu dar görüşlülük, bir yandan da Suriye’nin en kırılgan ve sahipsiz halkları olan Alevileri, Dürzileri ve Kürtleri peşinen İsraili’in safına itmek anlamına gelir. Zira yıllardır Suriye’de yer edinmek için uğraşan ama bu fırsatı ancak 8 Aralık 2024’te yakalayan İsrail, Türkiye’nin Kürt kompleksiyle körleşmiş Suriye politikası nedeniyle hem teritoryal hem demografik mevzi kazanma konusunda fırsatları değerlendiriyor. Ayrıca, İsrail’in, Türkiye’nin üs kurmayı planladığı Suriye askeri havaalanlarına dönük saldırıları da düşünüldüğünde, Türkiye’nin, rakibi İsrail’e avantaj sağlayacak ufuksuz politikalarının sebebini anlamak iyice zorlaşıyor. O yüzden Türkiye, soykırımcı, yayılmacı, apartheid İsrail’e bölgede yeni müttefikler bulma ve pozisyon avantajı sağlama anlamına gelecek politik hatalar yapmamalıdır. Bu, aynı zamanda, vatandaşlarının akrabalarını düşmanlaştıran dilden uzaklaşarak kendi iç barışını tehlikeye atmaması anlamına da gelir.

Ekim 2024’ten bu yana yürütülmeye çalışılan Süreç’i, Suriye prizmasından bakarak değerlendirdiğimizde, meselenin iç barışı sağlamaktan daha fazla anlamı olduğu, bölgesel barış perspektifinin de en az iç barış kadar büyük olduğu görülecektir. Öyleyse, yüz yıllık korkulara ve ezberlere teslim olmak yerine bölgeyi barışa ve refaha ulaştıracak ve herkesi büyütecek bu projeye uygun idrakle ve cesaretle çözüme odaklanmak gerek.

Madem sorun cumhuriyetle yaşıttır, o halde soruna temel teşkil eden şey kurucu paradigmadır. Öyleyse hiç bir komplekse kapılmadan ve kurucu kadroların o günün subjektif koşullarında yap(a)madıklarını bu günün objektif imkanlarıyla gözden geçirip geliştirmek ve güncellemek gerekir. Bu ise esaslı bir tarih kritiğini ve sonu anayasa değişikliğine varacak bir yol tutturmayı gerektirir.

Sadece silah bırakan kadroların durumunu ele alan, infaz rejimine ve bir takım idari ve ekonomik tasarruflara odaklanan ama anayasanın 42. ve 66. maddelerini ele almayan bir çalışma çözüm getirme takatına sahip olamaz. İktidar ortaklarından MHP’nin bu konuları kırmızı çizgi ilan etmesi statükoya teslim anlamına gelmektedir. Oysa devasa sorunları, ancak kurucu paradigmayla hesaplaşmayı göze alabilenler çözer. Bu hesaplaşmayı göze alamayanlar pansuman tedbirlerle sadece çözümü ertelemiş olurlar.

Peki, yüzleşilmesi ve güncellenmesi gereken gereken kurucu paradigma nedir? O paradigma, kurucu kadroların kuruluş sürecinde misak-ı milli sınırlarına ve taahüdlerine uy(a)mamış olmalarıyla oluşan halihazır statükodur. Beraber milli mücadele yürüttükleri Kürtler’e Amasya protokolleriyle taahhüd ettikleri haklarını vermemiş olmalarıdır. 21 anayasasıyla tanınan idari özerkliği iptal edip 24 anayasası ile devleti merkezileştirmiş olmaları ve Kürt kimliğini yok sayıp herkesi Türk saymalarıdır. Yeni duruma yöneltilen itirazları kanla bastırıp Şark İslahat Planı’yla Kürtleri asimile etmeleri ve Dersim harekatıyla bölgenin yarım kalan fethini(!) tamamlamalarıdır.

Süreç’in mekanizmalarından olarak kurgulanan TBMM’deki Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, anlaşıldığı kadarıyla, anayasa değişikliği öngörmeyecek, dolayısıyla 42. ve 66. maddeler gündeme gelmeyecek, sadece PKK’nin tasfiye sürecini yönetecek yasal ve idari tasarrufları çalışacak. Bu çalışma alanına hapsolmuş Komisyon eğer misyonuna güncelleme getiremezse büyük barışı inşa etmede takatsiz kalabilir. Şiddeti sonlandırmak gibi küçük hedefe razı olup büyümek, bölgesel barış inşa etmek gibi büyük hedeften imtina etmek olur. Küçük hedef önemsiz değildir ama büyük hedef, gözardı edilecek cinsten hiç değildir.

Türkiye’nin, kendi iç sorununu çözmeden Suriye’de oyun kurucu olması mümkün değildir. O yüzden, “kurucu korkuları”nın peşinde Suriye’ye ayar vermeye ve Kürtler’e tehdit dili kullanmaya devam edeceğine en rahat ilişki kurabileceği ve bu ilişkinin Türkiye içinde de karşılığını çok rahat bulacağı Kürtlere ve kazanımlarına saygı duymalıdır. Aksi yaklaşım, İsrail’e müttefik kazandırmaktan başka bir şey değildir.

Hatırlanacağı üzere Türkiye, Tışrin Barajı civarında SMO çeteleri üzerinden aylarca yürüttüğü yıpratma savaşından sonuç alamamıştır. Ayrıca mevcut uluslararası koşullarda bir kara harekatı da düzenleyebilecek durumda değildir. Eğer her şeye rağmen düzenlerse, hem Süreç’i ve hem iç barışını ciddi anlamda tehlikeye atacağı gibi Suriye’yi de büyük bir kaosa sürükler. Bu koşullar altında Kürtler’e karşı Arap aşiretlerini kışkırtmak yani bir vekalet savaşı yürütmek, kaosa yatırım yapmaktır.

Bu koşullarda, Kürtlerin varlığına ve kollektif haklarına dönük ciddi anayasal garantiler getirilmeden Kürtler’den silahlarını teslim etmelerini istemek, onları Alevilerin ve Dürzilerin kaderine mahkum etmek demektir. Bunu kabul edebilecek kadar saf ve naif tek bir Kürt bulamazlar. O halde yapılması gereken şey, adem-i merkeziyetçi bir Suriye’nin inşasına rıza göstererek Rojava Suriyesi’nin yeni Suriye’ye ve bölgeye örnek olmasına öncülük etmektir. Kendi Kürt sorununu cesaretle ve kompleksiz biçimde çözmüş bir Türkiye’nin Suriye’de oynayacağı yapıcı rol sadece Türkiye’yi büyütmekle kalmaz bölge barışına da tarihi bir katkı sunar.

Türkiye bir yol ayrımındadır. Ya Suriye’de Kürtlerin öncülüğünde kurulan modele hamilik yaparak tüm azınlıkların garantörü olacak, ya da IŞİD artıklarıyla iş tutup tüm azınlıkları İsrail’e kaptıracak. Ya iç sorununu çözüp Suriye üzerinden bölgesel bir güce dönüşecek, ya da kurucu korkularıyla baş başa kalarak kaos içinde enerjisini tüketecek. O karar, bugünlerde, TBMM’deki komisyonda verilecek.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Suriye, maskeleri indiren ülke
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin