1. Haberler
  2. Politika
  3. Ercan Yılmaz yazdı | Kapanan sayfa, açılan kapı « İlke TV

Ercan Yılmaz yazdı | Kapanan sayfa, açılan kapı « İlke TV

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Toplumların geçmişle ilişkisi, yalnızca anmakla sınırlı olmayan, aynı zamanda hatırlama biçimleriyle şekillenen bir süreç. Bu nedenle, tarihsel olarak kritik eşiklere işaret eden gelişmeler, yalnızca dönemin siyasal sonuçlarıyla değil, aynı zamanda kolektif hafızada bıraktığı izlerle değerlendirilmeli. 11 Temmuz 2025 tarihinde 30 PKK militanı tarafından gerçekleştirilen silahların imhası töreni de Türkiye’nin yakın dönem çatışmalı geçmişi bakımından böyle bir eşik niteliği taşıyor. Söz konusu tören, kırk yılı aşan bir silahlı çatışma sürecinin sona erdiğine dair güçlü ve sembolik bir mesaj içerdiği kadar, aynı zamanda geçmişte yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin, toplumsal travmaların ve adalet arayışlarının yeniden gündeme gelmesi açısından da önemli bir dönüm noktası. Bu yazı, Kürt meselesinden kaynaklı çatışmaların sonlanmasının ötesinde, gerçek ve kalıcı bir barışın nasıl inşa edilebileceğine ilişkin tarihsel deneyimler ve toplumsal sorumluluklar ışığında bir değerlendirme yapma ihtiyacında doğdu.

Hem bir insan hakları savunucusu olmanın taşıdığı sorumlulukla hem de Kürt meselesinin doğrudan tarafı olan bir toplum kesiminin içinden gelen bir bakışla kaleme almaya çalıştığım bu metin, kalıcı ve onurlu bir barışın koşullarını sorgulama; hakikat, adalet ve toplumsal yüzleşme temelinde yeni bir siyasal ve toplumsal geleceği düşünmeye davet niteliği taşıyor.

11 Temmuz 2025, Türkiye’nin yakın tarihinde yeni bir başlangıcın miladı oldu. PKK’nin kendini feshetme kongresi öncesi ve sonrasında, farklı kesimler tarafından sıkça sorulan “Silahlar ne olacak?” sorusuna güçlü bir yanıt niteliği taşıyan ve yüksek sembolik değere sahip “Silahları imha töreni’’ PKK’nin kalıcı bir barış için silahları imhaya hazır olduğunun tüm dünyaya ilanı niteliği taşıdı. Bu tören, yalnızca bir çatışma sürecinin değil, kırk yıla yayılan derin bir toplumsal travmanın da sonlanması açısından tarihsel bir dönüm noktası olmasının yanında çatışmalı süreçte yaşanan ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmenin ve geleceğe yönelik ortak yaşam iradesinin güçlü bir ifadesini oluşturdu.

Kırk yıl süren bu çatışmalı süreçte yalnızca insanlar ölmedi. Aynı zamanda birlikte yaşama umudu zedelendi, demokrasi örselendi, hukuk askıya alındı. Temel insan hakları sistematik bir biçimde ihlal edildi; ifade özgürlüğünden örgütlenme hakkına, yaşam hakkından ana dilde eğitime kadar birçok alanda onarılması çok güç yaralar açıldı. 2016 yılından bu yana bir parçası olduğum İnsan Hakları Derneği (İHD), çatışmalı sürecin hem tanığı hem de mağduru olmuş bir sivil toplum örgütü olarak, kurulduğu günden bu yana Kürt meselesinin diyalog ve müzakere yollarıyla çözümü konusunda çalışmalar yürüttü. Yürütülen bu çalışmalarda çatışma ortamının yarattığı insan hakları ihlallerinin boyutunu ortaya koyan Derneğimiz, onlarca üyesini faili meçhul cinayetlere kurban verdi. Bu nedenle; 11 Temmuz günü gerçekleşen merasimin hem İHD’nin kurumsal tarihi hem de benim kişisel tarihim açısından çok önemli bir yeri olduğunu belirtmek isterim.

Söz konusu merasim, yalnızca uzun süren çatışma ortamının sona erdiğini ilan etmekle kalmamalı; aynı zamanda siyaset eliyle yeni ve kapsamlı bir demokratik dönüşüme de vesile olmalı. Çünkü çatışmaların sona ermesi tek başına ne adaletin ne de kalıcı barışın garantisi olabilir. Tarihin bize gösterdiği üzere, eğer hedeflenen; onurlu, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir barış ise, bu ancak derinlemesine bir yüzleşme süreciyle ve kapsamlı demokratik reformların hayata geçirilmesiyle mümkün olur. Yüzleşme, sadece geçmişte yaşananların açığa çıkarılması değil; aynı zamanda toplumsal yaraların onarılması, hakikatlerin kabulü ve mağdurların sesinin duyulması anlamına gelir. Demokratik reformlar ise, devletin tüm yurttaşlarına eşit hak ve özgürlükler sağlayan, çoğulcu ve katılımcı bir yönetim anlayışını tesis etmeyi gerektirir. Ancak bu iki unsur birlikte var olduğunda, çatışmanın geride bıraktığı kırılmalar onarılabilir ve toplumda kalıcı bir barış iklimi oluşturulabilir. Bu nedenle, 11 Temmuz’daki merasim hem geçmişle yüzleşme hem de geleceğe dair yeni bir umut ve irade oluşturma sürecinin başlangıcı olarak görülmeli.

Dünya deneyimleri: Barışın zeminini hazırlayan unsurlar

Dünyada benzer çatışmalı süreçlerden geçmiş pek çok ülke, her ne kadar farklı sosyopolitik koşullara sahip olsalar da benzer dönemlerden geçmiştir. Bu ülkelerin vardıkları çözüm süreçlerinde ise adaletin tesisi, hakikatin açığa çıkarılması, kapsayıcı siyasal yapıların inşası ve toplumsal katılım gibi ilkelerin hemen her örnekte öne çıkmış olması dikkat çekicidir. Bu ortak ilkeler, barışın yalnızca bir sessizlik hâli değil; aynı zamanda hakkaniyete dayalı bir toplumsal yeniden inşa süreci olduğunun göstergesidir.

Güney Afrika’da “Apartheid” rejiminin sona ermesinden sonra kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, yalnızca devletin işlediği suçları değil, çatışmanın her boyutunu aydınlatmayı amaçladı. Failleri korumak yerine, hakikati açıklığa kavuşturmayı hedef aldı. Bu süreç, geçmişin üstünü örtmeden bir arada yaşam zemini oluşturdu.

Kolombiya’da, FARC ile devlet arasında yürütülen barış süreci, silah bırakma ve topluma geri dönüş programlarının yanı sıra, çatışmanın mağdurlarına yönelik adalet mekanizmalarıyla desteklendi. Barış anlaşması, yalnızca tarafların değil, mağdurların da sürece dahil olduğu bir yol haritasıydı.

Kuzey İrlanda’da, IRA ile İngiltere arasında yıllarca süren çatışmanın ardından gelen Hayırlı Cuma Anlaşması, taraflar arasında doğrudan diyalog, siyasi temsiliyetin güçlendirilmesi ve kültürel kimliklerin tanınması üzerine kuruldu. Anlaşma, çatışmanın taraflarını “düşman” olmaktan çıkarıp demokratik muhataplar hâline getirdi.

Bu örnekler, silahlı çatışmaların sona ermesinin ötesinde, gerçek bir barışın ancak toplumsal yüzleşme, siyasal katılım ve adaletin tesisiyle mümkün olabileceğini gösterir. Türkiye’de de benzer bir demokratik irade inşa edilmediği sürece, susan silahlar kalıcı bir huzurun garantisi olmayacaktır.

Bu coğrafyanın insanları

PKK’nin silahları imha ettiği törende yer alan militanların listesi, aslında Kürt meselesinin nasıl bir boyuta gelmiş olduğunu gözler önüne serer. Açıklanan listede 1965 doğumlu olup 1989 yılında PKK’ye katılan Mehmet Demirer’den, 2000 doğumlu olup 2024 yılında PKK’ye katılan Emine Ekin’e kadar neredeyse 3 jenerasyonun bu çatışmalı süreçten geçtiği görülür. Yine, silahlarını imha eden militanların doğum yerlerine bakıldığında, Kürt coğrafyasının hemen her şehrinden insanların olduğu fark edilecektir. Bu durum, çatışmaların yalnızca ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir kırılma sonucu olduğunu bir kez daha hatırlatır. PKK’nin kadrolarını oluşturan binlerce insan, bu ülkenin vatandaşı, bu coğrafyanın dillerinde büyümüş, bu toprağın acılarını yaşamış yurttaşlardır. Bu nedenle Kürt meselesinin nedenlerini dışarıda değil, içeride, bizatihi Cumhuriyet’in kendisinde aramak gerekir. Ancak yaşanan tüm acılara rağmen artık silahlar gömüldüyse, adaletin kök salma zamanı geldi.

Silahların bırakıldığı yer: Bir dönüm noktası

11 Temmuz 2025’te silahların imha edildiği yer, sadece coğrafi bir nokta değil, aynı zamanda bir eşiktir. Bu, çatışmanın somut bir sembolünün, yani silahların, artık varoluş nedenini yitirdiği ve bir daha kullanılmayacağı yönünde güçlü bir taahhüdün işaretidir. Bu tür bir adım, geçmişte yaşanan acılarla yüzleşme ve geleceğe umutla bakma iradesini de simgeler. Silahların yakılması, yalnızca fiziki bir eylem değil, aynı zamanda zihinlerdeki düşmanlıkların ve önyargıların da gömülmesi için bir çağrıdır. Bu nedenle, o gün silahların bırakıldığı Casene, toplumsal barış için yeni bir sembol olarak hafızalarımıza kazınmalı.

Bu sembolik adım, toplumun tüm kesimlerine önemli mesajlar içerir. Çatışmanın yarattığı derin kutuplaşmanın ötesine geçme ve ortak bir gelecek inşa etme talebini barındırmasının yanında yakın tarihe düşülmüş değerli bir nottur. Silahların terk edildiği o an, barışa giden yolda kronolojik bir eylemden öte, karşılıklı güven tohumlarının ekildiği, diyalog kanallarının açıldığı ve barışın sadece bir temenni olmaktan çıkıp somut bir amaç haline geldiği bir başlangıç olmalı.

Bu noktada sivil toplum kuruluşları, yeni bir barış dilinin inşasında aktif rol üstlenmeli. İnsan hakları kurumları, barolar, üniversiteler ve diğer sivil inisiyatifler, yalnızca geçmişteki ihlalleri belgelemekle kalmamalı, aynı zamanda geleceğe yönelik çözüm önerileri geliştirmeli. Toplumsal diyalog platformları oluşturarak farklı kesimlerden insanların bir araya gelmesini sağlamak, barışın tabana yayılmasını ve karşılıklı anlayışın gelişmesini hızlandıracaktır. Ayrıca, geçmişle yüzleşme süreçlerinde mağdurların sesinin duyulması, hakikat komisyonlarının kurulması ve toplumsal iyileşme politikalarının üretilmesi için aktif rol oynamalıdırlar. Sivil toplum bu açıdan, siyasi iradeye de yol gösterici olacak ve barış sürecinin sekteye uğramadan ilerlemesini sağlayacak potansiyele sahiptir.

Meclis bünyesinde kurulmakta olan Komisyonun öncelikli çalışma alanlarından biri, yüzleşme meselesi olmalıdır. Komisyon üyesi milletvekillerinin, yüz yılı aşkın bir geçmişe sahip Kürt meselesinin ortaya çıkış nedenlerinden günümüze kadar yarattığı çok katmanlı sorun alanlarını tüm yönleriyle tek başlarına ele almaları beklenemez. Bu nedenle, Komisyon çalışmalarının daha kapsayıcı, derinlikli ve çok yönlü yürütülebilmesi için sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin ve baroların sürece dahil edilmesi; özellikle alt çalışma gruplarında etkin bir şekilde yer alması gerekir. Aynı şekilde, Komisyonun çözüm sürecinde geçmişte ya da bugün rol oynamış tüm kesimlerle doğrudan temas kurması ve bu kesimlerin görüşlerine başvurması, yalnızca meşruiyeti artırmakla kalmayacak, aynı zamanda sürecin daha sağlıklı ve güçlü ilerlemesine de ciddi katkı sunacaktır.

Gerçek barış, hakikatle yüzleşilmeden gelmez

Bugün, bir dönemin kapandığını söylemek mümkün. Ama bu kapanışın yeni bir dönemi açıp açmayacağı, toplumsal iradeye ve siyasal cesarete bağlıdır. Faili meçhuller aydınlatılmadan, zorla göç ettirilenlerin köylerine koşulları sağlanmadan, cezasızlık kültürü son bulmadan gerçek bir barış tesis edilemez. Barışı inşa etmek yalnızca bir hükümetin değil, tüm toplumun ortak sorumluluğundadır. Akademisyenlerin, hukukçuların, sanatçıların, sivil toplum örgütlerinin ve en önemlisi mağdurların sesini duyurabileceği demokratik bir iklim yaratılmadan, bu silahların yakıldığı merasim sembolik bir anlamdan öteye gidemeyecektir.

Bugün elimizde, yeni bir toplumsal sözleşmenin eşiğine işaret eden tarihsel bir fırsat bulunuyor. Silahların susması, yalnızca bir çatışmanın sona erdiğini değil, aynı zamanda barışın toplumsal olarak inşa edilebileceği bir dönemin başladığını gösteriyor. Bu yeni dönemde geçmişin yükleriyle samimiyetle yüzleşmek, adaletin ve eşitliğin teminat altına alındığı bir gelecek tahayyülü kurmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki kalıcı barış, yalnızca silahların sustuğu değil, hakikatin konuştuğu, adaletin sağlandığı ve herkesin kendini eşit yurttaş olarak hissedebildiği bir toplumsal düzenle mümkündür. 11 Temmuz, işte bu yeni başlangıcın adı olmalı; yalnızca kapanan bir sayfa değil, barışa açılan bir kapının eşiği olarak hafızalarda yerini almalı.


Ercan Yılmaz, Diyarbakır İHD Eşbaşkanı

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Ercan Yılmaz yazdı | Kapanan sayfa, açılan kapı « İlke TV
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin