1. Haberler
  2. Politika
  3. Diyarbakır’da 10 yılın tanıklığı, hafıza ve bitmeyen yas « İlke TV

Diyarbakır’da 10 yılın tanıklığı, hafıza ve bitmeyen yas « İlke TV

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) düzenlediği “10 Yılın Tanıklığı: Çatışma, Hafıza ve Barış” isimli bir panel gerçekleştirildi. Panelde 2015-2025 süreci özelde İHD’nin genelde ise sivil toplumun belgelemesi, hafızanın önemi ve tanıklıklar üzerinden tartışıldı.  Çand Amed’de düzenlenen toplantıda gözüme çarpan ilk şey katılımcılar arasın gençlerin yoğun temsiliyeti oldu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanının 3 saatlik toplantının sonuna kadar kalması ve soru cevap kısmında sunduğu korsan bildiride sivil toplum aktivisti kimliği ile son on yılın hafızasına dair yaptığı katkılar da önemliydi. Bu haftaki yazımda can kulağıyla dinlediğim panelde aldığım notları paylaşmak istiyorum.

Sivil toplumun rolü

Sivil toplum, çatışmalı bölgelerde başta yaşam hakkı ihlali olmak üzere, kötü muamele ve işkence, zorla yerinden edilme, faili meçhuller gibi çok önemli hak ihlallerinin belgelenmesi, arşivlenmesi; bu konularda farkındalık ve bilinçlendirme çalışmalarının yürütülmesi, hukuki ve psiko-sosyal desteklerin sağlanması, savunuculuk faaliyetlerinin yürütülmesi gibi çok önemli çalışmaları on yıllardır yapıyor ve yapmaya devam ediyor. Şimdi devam eden negatif barış ortamında, toplumsal barışa doğru giden uzun yolda, sivil toplumun yine aktif olarak rol alması ve yerelden barışın sağlanması için karar alıcıları ve çatışmanın taraflarını zorlaması ve yönlendirmesi önemli. Hak temelli sivil toplum örgütlerinin eleştirel bir perspektifle son 10 yılı yeniden gözden geçirmeleri barış sürecinde oynayacakları rolde  ne kadar etkili ve başarılı olabileceklerini belirleyecektir.

İHD temsilcisi Av. Yusuf Erdoğan, sivil topluma yönelik yaptığı (öz)eleştiride çatışmalı dönemlerde zor koşullara rağmen raporlama çalışmaları yapılmasına rağmen, mağdurların/hayatta kalanların 2015 sonrası hangi durumda olduklarının bilinmediğini söyledi. Cizre, Silopi ve Sur gibi yerlerde öldürülenlerin ailelerin travmalarına yönelik kapsamlı çalışmalar yürütül(e)memiş.

Hafıza oluşturma

Paneldeki konuşmacılardan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Başkanı Metin Bakkalcı, hafıza oluşturmanın çatışma çözümü süreçlerindeki önemini ayrıntılı olarak anlattı. Bir sağlıkçı olarak söylediği “yaraları sarmayacaksanız yaraları deşmeyeceksiniz” cümlesi yarım asırlık çatışmada “iyileşmenin” önemini de vurgulamış oldu. Hafıza oluşturmada hatırlamanın önemini anlatan Bakkalcı, Cumartesi Annesi Emine Ocak’ın defnedildiği bu günde bazı önemli tarihleri bizlere yeniden hatırlattı. Hasan Ocak’ın 21 Ocak’da Gazi Mahallesinde gözaltına alınması ve  17 Mayıs’da “kimsesizler mezarlığı”nda kendisine ulaşılması sürecinden sonra 17 Mayıs Kayıplar Haftasının başlangıç tarihi olarak seçilmiş.

27 Mayıs 1995’de Cumartesi Annelerinin Galatasaray’a ilk çıkışının üzerinden 30 yıl geçtikten sonra gelinen nokta, faili meçhullerin davalarının 30 yıllık zamanaşımına uğramış olması. Bu süreçte toplam 85 soruşturma açılmış ve zaman aşımı, delil yetersizliği gibi farklı nedenlerle bütün dosyalar kapatılmış (bunun önemli bir örneğini “Dargeçit” belgeselinde izliyoruz). Yani Cumartesi Anneleri’nin önemli temsilcilerinden Emine Ocak’ın aramızdan ayrıldığı 2025 yılı, zaman aşımının olduğu 30. yıla denk gelmiş oldu!

Eğer Çözüm Sürecinde masa devrilmemiş olsaydı, 2015-2017 yıllarında yaşam hakları ellerinden alınan kişiler yaşıyor olacaktı. Sadece 2016’da ölüm sayısı 1669’a yükseldi ve toplamda en az 379 sivil hayatını kaybetti.

10 yıl önceki çatışmaları 90’lardan ayıran temel özelliklere bakıldığında; uzun süreli aralıksız sokağa çıkma yasağı uygulamasını görüyoruz, ki AİHM içtihatlarında bile eşi benzeri olmayan bir uygulama. 24 saat aralıksız devam eden ve günler, haftalar, aylar süren uygulamalar. 90’larda resmi sokağa çıkma yasakları uygulaması yoktu, resmi olmayan yasaklar ve zorla yerinden edilmeler vardı; ama 2000’lerde bu uygulamalar resmi olarak yapıldı. Yakın tarihimizde tanık olunan en büyük sivil ölümleri yaşandı.

Hafıza ve travmayı açıklayan Bakkalcı; hafıza “gerektiğinde” hatırlamak iken bu durum travmaya dönüştüğünde gerektiğinde geri çağırma meselesi ortadan kalkıyor ve çağrılmadan hafıza geri geliyor. Bu durum yeniden travmatize olmaya neden oluyor. Bilinç, travmatik yaşantıları unutmayı, bastırmayı başarmaz; ama görmezlikten ve bilmemezlikten gelir. Travmatik gerçeklikten kaçınmak için onu yok sayıyoruz, inkar ediyoruz. Toplu travmalarda geçmişe gömmüş, unutmuş gibi görünsek bile travmanın örtük izlerini genç kuşaklara aktarıyoruz. Böyle olunca “geçmiş geçmişte kalmıyor, geleceği hayal edebilmek için geçmişin geçmişte kalması gerekir”.

Barış inşasında “hakikat arayışı” sürecinde “kolektif bellek” yazımının 3 aşaması var. Birincisi güvenlikli ortamın sağlanması gerekiyor. Yani kişilerin travmatik olayların girdabından kurtulması lazım (failin iktidarda olması bunun için engelleyici olabilir). İkincisi, bağışlama seçeneğinin varlığı yani yaslarını tamamlayabilmeleri için saldırganla zihinsel uğraşlarını bitirebilmeleri için saldırganın suçunu itiraf etmesi, bağış talebinde bulunması ve özür dilemesi önemli. Üçüncü aşamada ise maddi ve manevi onarma çabası olmalı. Bu süreçler yaşandığında ancak “deşilen yaraların sarılmasından” bahsedilebilir.

Türkiye’yi “tamamlan(a)mayan yaslar ülkesi” olarak betimleyen Metin Bakkalcı, geleceğin geri gelebilmesi için geçmişin geçmişte kalması gerektiğinin altını çiziyor. Barış inşa süreçlerinde geçiş dönemi adaletinin sağlanması için hakikat arayışı, adaletin sağlanması, onarım ve tekrarlanmama garantileri gibi aşamalarının yerine getirilmesi önemli. Mecliste kurulacak komisyonun ayrıntılarının tartışıldığı bu günlerde DDR denilen silahsızlanma, terhis ve entegrasyon süreçleri kadar ivedilikle geçiş dönemi adaletine dair mekanizmaların kurulması ve yasal düzenlemelerin yapılması elzem.

Bitmeyen yas

Panelin ikinci konuğu olan gazeteci Serdar Korucu’nun yeni çıkan “Bu Yas Bitmez” isimli kitabı üzerinden anlattığı tanıklık hikayelerini dinledik. Cemile Çağırga (yani Cizîr) ve Taybet Ana hepimizin hafızasında 2015-2017 sürecindeki sivil ölümlerine dair derin izler bırakan kişiler/öyküler. Sadece 16 Ağustos 2015-16 Ağustos 2016 sokağa çıkma yasaklarında 321 sivilin öldüğünü düşündüğümüzde her birinin aslında hatırlanması gereken hikayelerinin olduğu muhakkak. Korucu, kitabı için hayatını kaybeden 13 kişinin yakını/tanığı olan 12 kişi ile görüşmüş. 10 yıl sonrasında bir negatif barış sürecinde bile bu görüşmeleri yapmak kolay olmamış. Ailelere ulaşmanın çok zor olduğunu, ulaşılan aileler için de konuşmanın hiç kolay olmadığını ve riskli olduğunu, bazı ailelerin ise ilk defa konuştuğunu düşündüğümüzde 12 tanıklığın her biri çok kıymetli.

Cezasızlık konusu aileleri çok fazla zorlayan bir konu. Bir tanığın çocuğunun ona söylediği “anne bir şey olmaz, neden devam ediyorsun ki bu davaya? Kaç kişi ceza aldı ki?” soruları hukukun üstünlüğünün olması gereken ülkemizde havada asılı kalıyor. Cezasızlık politikasının diğer bir etkisi ise failleri bilmiyor oluşumuz. Bu kişiler komşularımız olabilir, her gün karşılaştığımız ve alelade dediğimiz kişiler bile olabilir. Gazeteci Korucu, cezasızlığı Nazi Almanyası örneğindeki gibi katilleri toplumun içine sokan ve bizim onlarla yaşamamıza neden olan bir politika olarak tanımlıyor. Barış için hatırlamaya ve tanıklıklara ihtiyacımız olduğunu söyleyen yazar, ilk çözüm süreci devam etmiş olsaydı bunların hepsi yaşıyor olacaktı, çocuklar genç olmuş olacaktı, ambulans şöförü hayal ettiği gibi emekli olacaktı, Mele Hesen huşu içinde namazını kılmaya devam ediyor olacaktı, Taybet İnan’ı hiç tanımayacaktık, diyor.

Bu sözleri duyduğumda silahların yakıldığı gün Diyarbakır’da 2015-2017 döneminde çatışmalarda çocuğunu kaybeden bir Barış Annesinin, İlke TV’de töreni izledikten sonra gazeteci Ömer Çelik’e söylediği; “o zaman barış olmuş olsaydı şimdi çocuklarımız yaşıyor olacaktı, 10 yıldır hayatını kaybeden o kadar insan yaşıyor olacaktı” sözleri aklıma düşüyor.

Toplumsal barış için çatışmadan etkilenmiş mağdurların/hayatta kalanların özne olarak aktörleştikleri yerelden barış inşa çalışmalarının yürütülmesi gerekir. Tepeden inme bir barış süreci olmaması için ipleri sadece siyasilerin, karar alıcıların, çatışmanın taraflarının ellerine vermemek ve izleyen pozisyonunda kalmamak gerekiyor. Bunu başarmak için de üzerine önemli görevler düşen geniş bir kesim var. Orta seviye aktörler dediğimiz sivil toplum örgütleri, meslek odaları, sendikalar, akademisyenler, gazeteciler gibi aktörler toplumun bütün kesimlerinin temsil edildiği kapsayıcı ve demokratik barışı inşa etmek için işbirliği ve dayanışma içinde çalışmalılar.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Diyarbakır’da 10 yılın tanıklığı, hafıza ve bitmeyen yas « İlke TV
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin