Hayvanlar konuşmadıkları için
Kim bilir ne güzel düşünürler,
Tıpkı ellerimiz gibi.
Ah, okumaya başlamadan önce
Çiçeklere su vermek lazımdır.
(Melih Cevdet Anday / Ellerimiz gibi)
Bir kez daha barış ve çatışma, umut ve inkâr, yüzleşme ve bastırma arasında salınan bir tülün eşiğindeyiz. “Bunu ilk kez yaşamıyoruz, hep aynı şey” diyenler vardır ama ben aynı yerde durduğumuzu düşünmüyorum. Zaten o eşiklerden hiçbir zaman aynı yere dönmeyiz; zaman, hafıza ve mücadele iz bırakır. Biz o izleri takip ederiz.
Meclis’e sunulan, infaz sisteminde değişiklikler öngören 10. Yargı Paketi, Adalet Komisyonu’nda dün kabul edildi. Kovid-19 salgını döneminde çıkarılan infaz düzenlemesinden siyasi tutukluların da yararlanmasını sağlayacak maddenin paketten çıkarılması hem hayal kırıklığı yarattı hem de sert eleştirilere neden oldu. Kovid-19 düzenlemesinin pakete konması için komisyonda önerge veren DEM Parti, siyasi tutukluların da kapsama alınmasını istedi. DEM Parti’nin değişiklik önergesi, AK Parti ve MHP oylarıyla reddedilirken, CHP çekimser kaldı.
10. Yargı Paketi’nin Meclis’e sunulduğu bilgisi ajanslara düşer düşmez, haber merkezimizin ulaştığı DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli sıcağı sıcağına, “Bu sefer dağ fare bile doğuramadı. Anlatılan şeylerin hiçbiri şu anki acil beklentileri karşılayacak nitelikte değil” dedi.
Daha sonra Meclis’te konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Bu pakete muhalefet etmeye devam edeceğiz” dedi. İktidarın siyasi nedenlerle bu düzenlemeden vazgeçtiğini; bu paketin hem cezaevindeki insanların beklentisini karşılamadığını hem de 1 Ekim’de başlayan barış ve demokratik toplum beklentilerine katkı sunmadığını, güven artırıcı olmadığını vurguladı.
Siyasi tutuklamaların ve eşitlikçi olmayan bir infaz sisteminin rejim pratiği hâline geldiğine dair eleştirilerin, iktidar tarafından ciddiye alındığı ve iyileştirici düzenlemelere ikna olunduğuna dair umutlar yıkılmıştı ki komisyonda konuşan MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın sözleri düştü gündeme. Kovid-19 salgını döneminde çıkan düzenlemenin pakette yer alması tamamen gözden çıkarılmamış. Yıldız, “İnşallah Ekim ve Eylül aylarında oturup, hep birlikte etki analizini yapıp çıkarırız. Sebep şu; içinden geçtiğimiz dönemde çok sayıda hâkim ve savcı ihraç edildi. Genç arkadaşlar da uygulamalarda yanlışlar yaptılar. Suçluyu da hatalı uygulamalara karşı korumak zorundayız. Derli toplu, aklı başında, ihtiyaçlara cevap veren bir yasa yapalım” dedi.
Yıldız’ın bu açıklaması, infaz değişikliği paketinin neden toplumun beklentisini karşılamadığına ve niye ayak süründüğüne cevap gibiydi.
Cezaevindeki yakınlarına kavuşma hayali kuranlar da bu sözleri aldı, umut hanesine koydu…
Biz de hayal kırıklığından umuda doğru salınalım mı?
Bu cumartesi çok önemli bir haberi takip etti Diyarbakır büromuzdaki arkadaşlarımız. Binlerce kadın barış talebiyle yürüdü. Özgür Kadın Hareketi’nin çağrısıyla düzenlenen barış yürüyüşüne katılmak için İstanbul’dan ve farklı kentlerden de çok sayıda kadın gelmişti Diyarbakır’a. Yürüyüş sonunda söz alan İstanbul’dan Barışa İhtiyacım Var İnisiyatifi’nden Selin Top, “Kalıcı ve onurlu bir barış için biz de varız. Şimdi kardeşlikten bahsediyor devlet. Biz soruyoruz: Demokratik toplumda yaşayabilecek miyiz? Kürtler eşit yurttaş olabilecek mi? Hemen şimdi siyaset suç olmaktan çıksın, TMK gibi kanunlar kaldırılsın, siyasi mahpuslar serbest bırakılsın. Askeri operasyonlara derhal son verilsin. Kayyımlar geri çekilsin. Gasp edilen belediyeler esas sahiplerine verilsin. Biz bu süreçte barış için, eşit ve demokratik bir dünya için mücadelemizi sürdürüyoruz. Eşit ve özgür dünyayı hep birlikte kuracağız” dedi.
Kadınların barış ısrarı, bu ülkenin en sahici barış çağrısıdır.
İnkârdan yüzleşmeye doğru salınalım mı o zaman?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Rudaw’a verdiği demeçte dile getirdikleri de barış ihtimalinin hanesine yazdı bence. Kamışlo ile Nusaybin arasına çizilen sınırların ötesine geçen bir kardeşlik dili, bugüne dek bastırılmış, hatta suç sayılmış bir tahayyülü kelimelere döktü.
Rudaw’ın Gel Anlat programında gazeteci Rawin Sterk’in sorularını yanıtlayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kürt meselesinin çözümünden dış politikaya, normalleşme tartışmalarından ana dilde eğitime görüşlerini paylaştı. Bu söyleşiye damga vuran açıklama ise Suriye’deki Kürtlerin yaşadığı Kamışlo kentiyle Türkiye’nin Nusaybin ilçesi arasında muhtemel bir ekonomik bağın toplumsal etkilerine dair söyledikleriydi. Özel, “Kamışlo’da kalkan bir öğrenci, bir işçi servise binip Nusaybin’de bir fabrikada ekmeğini kazanabilmeli. Buna kim karşı çıkar?” diyerek, sınır ötesi barış ortamının bölgesel kazanımları beraberinde getireceğine işaret etti.
“Bugün bir Kürt yurttaşımız ‘herkes eşit ama ben daha az eşitim’ diyorsa orada bir sorun vardır. Bu sorunu çözmek devletin görevidir. Eşit yurttaşlık sadece anayasada yazmakla olmaz, günlük yaşamda hissedilmelidir” diyen Özel’e göre de bu meseleyi parlamento çözmeli ancak anayasa değişikliğinden önce atılması gereken çok sayıda adım var.
10. Yargı Paketi’nden sonra en sıcak gündem, önce 10 sonra 11 kişi olarak açıklanan AK Parti’nin Anayasa Komisyonu oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “86 milyonun barış içinde yaşadığı bir Türkiye” vaadine yeni bir anayasa tartışması eşlik etti. Erdoğan, anayasa hazırlıkları için 11 kişilik bir ekip görevlendirdiklerini ve çalışmalarına bayram sonrası başlayacağını açıkladı. 4 Haziran’da Cevdet Yılmaz başkanlığında toplanacak Anayasa Komisyonu’nda anayasa hukukçusu Serap Yazıcı Özbudun da yer alacak.
Cumhurbaşkanı, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen 4. Türkiye Gençlik Zirvesi’nde yaptığı konuşmasında, “Kimlik siyaseti, köken siyaseti, meşrep ve mezhep farklılıklarını kaşıyan fitne siyaseti dönemi, artık kapanmıştır. Kimse bizi bölemez” dedi.
Elbette ki bu sözlerin siyasi bir retorik olma riski var. Ama her retorik, güçlü bir toplumsal talep karşısında yeniden anlam kazanabilir. Yeni bir anayasa ancak toplumsal mutabakatla, yani herkesin konuşabildiği, herkesin duyulduğu bir süreçle mümkün olur.
Barış süreci, bu mutabakatın sınavı olacak.
Son olarak da söylemesem olmaz kısmı…
Otoriter rejimlerin en büyük başarısı, halkın gerçeğe olan inancını aşındırmalarıdır. Gerçeği yalnızca saklamakla yetinmez, yerine sistematik olarak bir yalan mimarisi inşa ederler. Yalnızca bilgiyi manipüle etmezler, bizzat hakikat rejimini dönüştürürler. Halk artık hiçbir şeye inanmaz olur (Hannah Arendt’den ilhamla). Bu yalnızca bireysel bir inanç kaybı değil, aynı zamanda kamusal alanın çöküşü ve siyasal tahayyülün iflasıdır.
O zaman otoriter rejimlerin bu şaheser yalan mimarisinin karşısında hakikat korunabilir mi?
Hadi bir oyunbozanlık yapalım, ‘hakikatin tanrıçası’nı yeryüzüne indirelim, ona soralım…
Aletheia’nın adını hatırlayanlar ne muhterem insanlardır; Aletheia, Yunan mitolojisinde hakikat tanrıçası. Biz artık “gerçek sonrası” (post-truth), “algı yönetimi” gibi kavramlarla haşır neşir olduğumuz için onu hatırlamamız zor tabii. Hakikat artık ikna etme ya da duygu uyandırma becerisiyle ölçülüyor. Otoriter rejimler de hakikati parçalayarak, bulanıklaştırarak etkisizleştiriyor.
Ama Aletheia yeryüzüne inmezmiş. Onun sesi, hakikatin bedelini ödemeye razı olanlarda dillenirmiş. Parrhesiastes’ler, Aletheia’nın mirasını taşırmış. Onlar çokça kaybeder ama yenilgileri bile hakikate güç katarmış. Çünkü sahte olan bile, görünmek için hakikatin diline ihtiyaç duyarmış.
Çağımızın Parrhesiastes’leri kimler mi?
Parrhesiastes artık bir kahraman değil; barış ve demokrasi isteyen basit insanların içindeki olağanüstü cesaretin adı.