1. Haberler
  2. Politika
  3. Silah bırakma dönemeci ve sonrasında simgelerin dili « İlke TV

Silah bırakma dönemeci ve sonrasında simgelerin dili « İlke TV

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ardahan-Muğla ve Hatay Samandağı güzergâhındaki geleneksel şenliklerde önceden planlanmış söyleşilerim nedeniyle Süleymaniye’de düzenlenen PKK’nin silah bırakma törenine davetli olduğum halde katılamadım.

Töreni farklı kanallardan izledim; görüntüsü ve algısı simgeseldi.

15’i kadın ve 15’i erkek olmak üzere 30 PKK gerillasının, bırakılması için hazırlanan büyük kazana çeşitli silahları ve rextleri (kütüklükleri) koymalarından tutun da, kimin hangi sırayla geleceği, nasıl geri dönecekleri, hazırlanan bildirinin kimin okuyacağı, kimlerin ayakta duracaklarına dair en küçük ayrıntı iyi hazırlanmıştı.

Öncelikle bir disiplini simgeliyordu. O disiplin bozulmadı. Gayet ciddi ve üzgündüler.

PKK’li grubun silah bırakma töreni

Ancak bu hususta hiç renk vermediler, yüz ifadelerini ve vücut dillerini herkes okuyamıyordu.

Olayı yerinde görüp tanık olanlardan birkaçıyla karşılaşıp sordum:

Cevap şuydu:

Ortam hüzünlüydü. Tanıklardan hemen herkes ağlamaklıydı, gözyaşlarını tutamayanlar da az değildi.

Dikkat çeken bir husus ise AKP, CHP, MHP, YENİ YOL gibi partilerin törene temsilci göndermemeleriydi.

Bu da AKP ile MHP’nin tören ve sonrasına ilişkin tereddütleri olduğuna dair bir yoruma yol açtı.

Töreni izlemek için Türkiye'den 150 kadar insan vardı. DEM dışında hiçbir parti temsilcisi yoktu

Töreni izlemek için Türkiye’den 150 kadar insan vardı. DEM dışında hiçbir parti temsilcisi yoktu

 

Silahları kazana koyduktan sonra kendi elleriyle yakan iki kişiden biri Besê Hozat, diğeri de Nedim Sezen idi.

Malum, Besê Hozat barışın kendisinden ziyade bazı hayati ayrıntılarına şiddetle itiraz edenlerdendi.

Besê Hozat, silahını kazana bırakıyor

Besê Hozat, silah bırakmayı denetliyor

 

30 kişilik grubun başına çekip silahların bırakılmasına bizzat nezaret etmesi, “Bakınız, en muhalif olanımızı bile halkın kazanımları uğruna ikna edebildik; iktidar (AKP-devlet ikilisi) bu büyük fedakârlığı unutmadan ev ödevini yerine getirmelidir!” anlamına geliyordu.

30 kişilik gruptan her birinin tek tek silahlarını bırakmasının ikinci anlamına bakalım:

2015 yılından bu yana bazı muharebeleri kaybetmemize ve birçok mevziden geri çekilmemize rağmen hezimete uğramadık. Türk ordusu kısmi başarılarına karşın bize toptan imha edemedi. Biz de onu yenemedik!

Liderimiz Öcalan’ın vardığı mutabakat sonucunda dile getirdiği talimat doğrultusunda barış ve halkların yüce maslahatı uğruna kendi irademizle silahlarımızı bırakıp elimizle imha ediyoruz!

Silah bırakma ile birlikte gerilla grubu kamuoyuna bir açıklama yaptı

Silah bırakma ile birlikte gerilla grubu kamuoyuna bir açıklama yaptı

 

Bildirinin özü: Ev ödevimiz tamam! AKP iktidarı da ev ödevine başlasın!

Silah bırakma sonrasında Besê Hozat Türkçe, Nedim Sezen’in de Kürtçe okuduğu açıklama veya bildiri aslında örgütün niçin silaha sarıldığı ve neden bıraktığını gerekçelendiren cümleleri kapsıyor.

Silahlanıp dağa çıkma nedenleri birbirinden ayrılmaz siyasi ve demografik mühendisliği öngören bir devlet projenin sonucudur: Kürt halkının doğuştan gelen temel ve demokratik/siyasi haklarının 100 yıl boyunca inkâr edilmesi; kimliğinin yok sayılması, dilinin yasaklanması, kültürünün asimilasyona uğratılması, sosyo-ekonomik açıdan geri bıraktırılıp sömürülmesi vs.

Bırakma sebebi ise esas olarak Türkiye’deki egemenlerin, bu durumda AKP-devlet iktidarının Ortadoğu’daki çatışmalar, sarsıntılar, savaşlar ve ölümcül kaos ortamında kendisine yönelik iç ve dış dinamikleri bertaraf etmek için Kürt tarafı ile, başta Öcalan olmak üzere siyasi Kürt kesiminin yasal ve yasadışı kesimiyle uzlaşma arayışıdır.

Bildiride anayasal vatandaşlık hakkının fiilen anayasada yer alması; din, mezhep, dil, etnik köken ayrımı yapmadan eşit vatandaşlığın pratikte uygulanması, Kürt halkına demokratik haklarının verilmesi gibi ayrıntılar da yer alıyor.

Demek isteniyor ki; her şeyi silahlı mücadeleye bağlayan devletin güvenlikçi aklı geri çekilmeli, bütün sorunlar siyasi temelde ve karşılıklı görüşmelerle çözülmelidir.

Müzakere etmek muhatabını olduğu haliyle kabullenmek, onu küçümsememek, müzakere masasında “yendim, tepeledim, artık elimdesin” mantığını tümüyle bir kenara bırakmak şarttır.

Silah bırakmaya karşılık TSK tarafından planlanan operasyonların yapılmaması da başka bir taleptir.

Daha önemlisi silahlı alandan siyasi alana geçerken devletin gereken yasal zemini hazırlaması gereğine işaret ediliyor.

“Halkımızın son derece demokratik, meşru ve ulusal haklarına saygı gösterilmesine ilişkin” ibare bence birçok bakımdan hayatidir.

Buradan hareketle hem Türkiye hem de uluslararası camia tarafından Kürt halkının varlığını kabullenip demokratik taleplerine arka çıkılması istenmektedir.

Bu aynı zamanda başta Öcalan olmak üzere, siyasi Kürt hareketine yönelik “Kürt milletinin varlığını kabul etmiyor”, “davayı sattı” türünden ithamları da boşa çıkaran bir cümle sayılır.

Esasen Öcalan da 19 Haziran 20025 tarihli açıklamasında mealen böyle bir ifade kullanmıştı.

Öte yandan bu törenin Irak Kürdistan Yönetimi denetiminde ve YNK gözetiminde yapılmasına ilaveten Türkiye’deki bazı görevlilerin orada bulunmaları bile aslında Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt halkının varlığını, kimliğini ve haklarını zımnen kabul etmesi anlamına geliyor. En azından Türkiye ve dünya kamuoyunun algısı bu yöndedir.

Kandil grubunun bildirisinde, Öcalan’ın konuşmaları arasındaki biricik fark şuydu.

Öcalan’ın “pozitif entegrasyon” (bütünleşme) tanımı Süleymaniye’deki bildiride “demokratik entegrasyon” tarzında yazılmış.

İster “pozitif” kelimesi kullanılmış olsun isterse “demokratik” sıfatıyla dile getirilsin sözün özü şudur:

Kürtlere yüzyıldır uygulanan imha ve inkâr politikasının yol açtığı bütün olumsuzluklar bu sefer kökten terkedilip hızla telafi yoluna gidilmelidir!

Bildiride demokrasi ve hukukun egemen kılınmasına ilişkin bazı ibareler de mevcuttur ki, muhtemelen AKP iktidarının açmazlarından biri de budur.

Çünkü Kürt meselesi sadece üstünkörü tedbirlerle geçiştirilecek gibi değildir.

“Terörsüz Huzurlu Türkiye” sloganı kulağa hoş gelmekle birlikte demokrasi ve hukukun tesis edilmediği Türkiye veya herhangi bir ülke şiddetten arınmış olamaz; dolayısıyla istikrar ve huzur da gelmez oraya.

Casene Mağarası, Berzenci döneminde İngilizlere karşı direnişin ve bu amaçla yerleştirilen matbaanın simgesidir

Casene Mağarası, Berzenci döneminde İngilizlere karşı direnişin ve bu amaçla yerleştirilen matbaanın simgesidir

Silah bırakma süresi

Anladığım kadarıyla bu simgesel silah imha etme süreci henüz başlangıçtır.

Şimdi sıra devleti yöneten AKP iktidarının atacağı adımlara bağlıdır.

İlk adımın atılması için sadece Meclis’te komisyon kurulması yetmez.

Nasıl ve kimlerden oluşacak bir komisyon sorucunun cevabı tayin edicidir.

Diyelim ki komisyon meseleyi tartışıp parlamentoya havale etti; orada nasıl bir tutum alınacak ve hangi maddeler onay görüp hangileri reddedilecektir?

Bunları izleyen süreçte hemen hepsi de gerçek hukuki bir temele dayanmayan siyasi davalardan hüküm giymiş bütün tutsakların bırakılması için (genel af olması tercih nedenidir) mevcut infaz kanunlarında yapılacak köklü tadilat şarttır.

Keza 300 kadar hasta tutsağın bırakılması yasa değil, cumhurbaşkanı kararnamesiyle mümkündür ki, bu hususta hayli geç kalınmıştır.

Bu adımlar atıldıkça dağdakiler de gruplar halinde ama farklı zaman aralıklarıyla belirlenen yerlerde silah bırakma işlemini sürdürürler.

Görebildiğim kadarıyla İmralı’daki uzun görüşmeler sonucu yolun yarısından fazlası geçilmiştir.

Ancak bu noktaya gelene kadar iki taraf arasında pek çok tartışma-sürtüşme, masadan kalkma olayı da yaşanmıştır.

Neticede kaldığı yerden herkes kendini gözden geçirip tekrar masaya oturmuştur.

Dünyadaki farklı müzakere yol yöntemlerine dair birkaç kitap okurken aklıma geldi:

Evet, yolun yarısından fazlası aşılmıştır fakat geriye kalan tıkanıklıklar hâlâ hayatidir ve henüz ne olacağı da belli değildir.

İktidar-devlet, gereğini yaptıkça olumlu karşılık bulacaktır.

Gidişat bu minval üzere sürerse sanırım ekim-kasım aylarında silah bırakma meselesi de çözülmüş olacaktır.

Erdoğan’ın konuşması

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, simgesel olarak silah bırakmanın ardından bu hususta emeği geçen herkese teşekkür etti.

AKP tarafından “tarihi” diye duyurusu yapılan konuşmasını yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan memnuyetini ifade eden bir konuşma yaptı. Ancak kutuplaştırıcı sözler de kullandı

Cumhurbaşkanı Erdoğan memnuyetini ifade eden bir konuşma yaptı. Ancak kutuplaştırıcı sözler de kullandı

İki nokta dikkatimi çekti:

Bir: Erdoğan Kürtlerin yanı sıra bazı etnik ve inanç topluluklardan (mesela Aleviler) bahsetti. Onlara da kapısının açık olduğunu söyledi.

Bu üslup cumhurbaşkanı konuşma tarzıydı. Ancak AKP lideri sıfatıyla yaptığı konuşması yine kutuplaştırıcıydı. Mesela bundan böyle AKP-MHP-DEM olarak yol yürüyeceklerini beyan etti.

DEM Partisi Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları14 Temmuz’da farklı bir açıklama yaptı:

Kesinlikle böyle bir ittifak yok. Hem sözcüleri Ömer Çelik hem de Cumhurbaşkanının kendi ifadelerinde de ‘İttifakın kast edilmediği’ açıklandı.

Biz sürecin başladığı ilk günden bu yana sadece iktidar ile görüşmedik. Muhalefet partileri ile de görüştük ve başından beri barış sürecinin muhalefetsiz olmayacağını vurguladık.

Biz Süleymaniye’de tarihi bir ana şahit olduk. Bunun konuşulmasını tercih ederdik. Belli ki bir kesim bu süreci istemiyor. Biz herhangi bir parti ile yürümüyoruz. Biz devletle bu yolu yürüyoruz.

Parti lideri zihniyetiyle konuşan Erdoğan’ın barışa destek vermekte olan CHP’den bahsetmemesi de bir ötekileştirme; DEM ile CHP muhalefetinin arasına çomak sokma, birbirine düşürme taktiğinin ifadesi olarak algılanabilir.

Oysa barışın toplumsallaştırılması ne CHP ne de barıştan yana olan başka bir partiyi, siyasi hareketi veya sivil toplum kuruluşunu dışlama anlamına gelmemelidir.

Kaldı ki İmralı notlarına bakıldığında görülecektir ki Öcalan, bilhassa kendini ziyaret eden DEM heyetine “Sakın CHP’yi dışarıda bırakmayın, sürece katmaya çabalayın” demiştir.

Bu münasebetle bir iddiaya yer vereyim: Gerek A. Öcalan, gerekse D. Bahçeli, Erdoğan’ın konuşmasından pek tatmin olmamışlar. Her ikisi de bekledikleri doğru ifadeleri bulamamışlar!

Bir varsayım olarak diyelim ki AKP iktidarı şu yahut bu şekilde Kürt meselesini çözdü; Kürt insanının gönlünü aldı. Ancak aynı Kürt insanının ekonomi, sosyal hayat, kültür ve geçim diye bir derdi de var. Bu tür sorunları yaşayan Kürt için kuru bir çözümün anlamı olmaz.

Keza eskiden Kürt coğrafyasında sürekli askeri yönetim ve OHAL vardı; oranın kanunları Türkiye’nin batısında yaşayanlar için geçerli değildi. İki ayrı ülkede iki farklı kanun uygulanıyormuş gibi bir hal vardı.

CHP’ye yönelik hukuk aracılığıyla dayatılan OHAL ve sıkıyönetim ortamında keyfi kuralların geçerli olduğu Batı’ya göre nispeten rahatlayacak olan Doğu’daki Kürt insanının vicdanı bunu kabul edebilir mi?

Kutuplaşmanın yeri ve yönünün değişmesi barışın toplumsallaşmasını mümkün kılabilir mi?

Laikliğin geriye atıldığı bir ortamda Alevi inançlılar ile sol yelpazede yer alan insanların hayat tarzları altüst olmaz mı?

Bireysel ve toplumsal özgürlüklerinden söz edilebilir mi?

Saha araştırmalarıyla ünlü yazar Bekir Ağırdır, son yazısında benzer bir analiz yapıyor, şöyle ki:

Süreç, CHP’ye yönelik baskı politikalarıyla eşzamanlı yürütülüyor. Bu durumun bir açıklaması, iktidarın muhalif bloku parçalama, CHP ve DEM dâhil her bir muhalif aktörü yalnızlaştırma politikasının bir parçası olabilir.

Açılımı yalnızca kendi kontrolünde yürütmek istemesi, muhalefetin, özellikle de CHP’nin bu süreçte etkili bir özne olmasını engellemeyi hedeflemesi de olabilir.

Başta CHP, muhalefetteki her bir aktör Kürt meselesine dair açık, ilkeli, tutarlı ve geleceğe dönük bir pozisyon geliştirmeli, kamuoyuyla paylaşmalı.

Türk-Kürt-Arap ittifakının çağrıştırdığı

Erdoğan’ın Türk, Kürt ve Arap ittifakı veya kardeşliğine vurgu yapması kulağa hoş gelmekle birlikte özünde “Yeni Osmanlıcılık” temelinde hükmeden “Türk sultanın başında olduğu efendi milletin himayesinde yaşayacak olan Kürtler ve Araplar” çağrışımı yapmaktadır.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Malazgirt Ruhu temelinde Türk-Kürt kardeşliği” ibaresini de buna eklersek, ortaya çıkan tablo şöyledir:

Cihanşümul bir devletin cihan hâkimiyeti uğruna kılıç kuşanan Türk kökenli sultanın yanında yer alan ve kendini feda edecek kadar cesur Kürt, Arap ve benzeri cengâverler. Yani ikinci derecedeki kümeler.

Burada eşitlik de yoktur, özgürlük de! Olsa olsa bir çeşit özerklik ve baş eğene hoşgörü vardır.

Geçmişteki Süzeren-Vasal ilişkisi de böyleydi. Avrupa feodal sisteminde, hükmeden ve haraç alan devlet “Süzeren devlet” diye adlandırılırdı.

Derebeyine (süzeren) hizmet karşılığında, kendisine toprak ve köylü tahsis edilen kişiye ise “Vasal” denirdi.

Bazı vasallara yurtluk tahsis edilmezdi. Sarayda yaşayan şövalyeler gibi bunlar da efendilerinin şatosunda ikamet ederlerdi.

Cuntacı General Kenan Evren’in resmen kabul ettiği günümüz formülü ise “Türk-İslam Sentezi” olarak hükmünü sürdürmeye çalışıyor.

Gerçek eşitlik ve kardeşlik; herkesin varlığını tanıyan, insan haklarını kabullenen, hukukun ve demokrasinin egemen olduğu bir ülkede geçerlidir.

Türkiye ancak gönülleri kazanarak bölgenin sayılı devleti olabilir.

“Yeni Osmanlıcılık” heveslerinin kimseye yararı olmaz.

Konuşmanın toplamına bakıldığında bazı gönül okşayıcı ifadeleri kapsamakla birlikte “Zafer kazanmış bir sultan” edasıyla yapılan coşkulu konuşmanın bilindik tarz ve üslupta dile getirildiğini, hatta belli noktalarda kendini tekrar ettiğini görebiliriz.

“Tarihi” tanımıyla duyurusu yapılan konuşmanın esas maksadı galiba şuydu:

Silah bırakma hadisesinin Türkiye’de, bölgede ve dünyada saatlerce/günlerce konuşulmasının önünü alabilmek ve medya ile kamuoyunun dikkatini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söyleyeceklerine çevirebilmek!

Büyükelçi Thomas Barrack ve Rojava’daki gerginlik

Hamaset ağırlıklı nutkunda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Suriye’deki Kürt kardeşlerinin haklarına da sahip çıkacağını” dile getirdi.

Bu sahiplenme ve gönül okşama, gazetecilik mesleğinde öğrendiğim sorgulayıp irdeleme kuralını aklıma getirdi.

Şöyle ki:

Nasıl oluyor da ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Thomas Barrack; Kürt silahlı hareketi SDG’yi “tek millet, tek vatan, tek ordu, tek bayrak” şiarını benimseye zorluyor?

100 bin kadar milisini feshetmek suretiyle Colani’nin başkomutanı olduğu Suriye Ordusu içinde eritilmesini şart koşuyor?

Rojava’daki Kürt yönetimi ise sırtını ABD’ye dayayan Colani yönetimi tarafından Kürt tarafının taleplerinin reddedilmesi ve ayrılıkçılıkla suçlanmasını “kasıtlı bir hile” olarak görüyor.

Ayrıca Şam’dan yapılan bazı açıklamaların “nefret ve ihanet” söylemleriyle dolu olmasından yakınıyor.

Düne kadar baş müttefik görülen SDG’nin üzerine çizgi çekip, geçen dönemlerde (Amerikalı diplomat Robert Ford’un itirafına göre) belli bir süre Batılı uzmanlar tarafından eğitilen ama resmiyette başına ödül konulan “Terörist Colani”, nasıl oluyor da göz açıp kapayıncaya kadar Trump yönetiminin üzerine titrediği “Suriye’yi birleştiren gözde lider” olarak kabul görüp desteklenebiliyor?

Trump’ın özel temsilcisi Barrack, Beyaz Saray’ın eski Ortadoğu yetkilisi Brett McGurk’un Kürtlere müzahir tutumunun tersine bir yol izleyerek AKP siyasetini destekleyip güçlendirmeye ağırlık veriyor.

Ankara ise ciddi sorun yaşadığı McGurk’u “Arabistanlı Lawrence” (yani Kürtleri Türkiye’ye karşı kışkırtan İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence) olarak tanımlıyordu.

Bölgede İsrail’den sonraki ikinci askeri müttefiki sayılan Türkiye, ABD yönetimi tarafından iki konuda teşvik ediliyor:

İlki, Kürt meselesini kendi içinde bir şekilde çözmek; ikincisi ise Yeni Osmanlıcılık hevesini iyice kabartıp bölgedeki Kürtler ile Arapları (bilhassa Suriyeli, Iraklı, Filistinli) himayesine almak suretiyle yeni bir sosyopolitik-jeopolitik harita çizmek.

Burada sınırlar kalkmayacak ama ülkeler arasındaki zemin gayet geçişken olacak.

Sözü edilen halklar veya toplumlar efendi millet Türklerin sultanı himayesinde mutlu mesut, kardeşçe yaşayacaklar!

Ve bu haliyle dış mihrakların şeytani müdahalelerinden, araya fitne fesat karıştırmalarından kurtulmuş olacaklar!

Üstelik de dış mihrakların projelerine uygun hareket ederek “Cennet Ortadoğu’nun” yaratılmasına katkı sağlayacaklar!

Var mı böyle bir dünya veya çağ?

Bakıp göreceğiz!


Faik Bulut’un bu yazısı Independent Türkçe’den alınmıştır.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Silah bırakma dönemeci ve sonrasında simgelerin dili « İlke TV
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin