1. Haberler
  2. Politika
  3. Nabza göre şerbet « İlke TV

Nabza göre şerbet « İlke TV

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

10 ay önceki Bahçeli-DEM Parti tokalaşması ile başlayan süreçte Meclis komisyonunun kurulmasına kadar geldik. PKK’nin gözlemcilerin önünde silah bırakma (yakma) seremonisi gibi tarihi bir ana da hep beraber şahitlik ettik. Peki adına barış dediğimiz yaşanan bu süreç toplumsal barışa ne kadar yakın? Daha da açarsam bu barış süreci Kürt ve Türk kamuoyu arasındaki toplumsal kutuplaş(tır)manın neresinde duruyor?

Literatürde negatif barış olarak kavramsallaştırılan ve çatışmasızlık hali olan de facto duruma baktığımızda toplumda var olan kutuplaşmayı derinleştiren bir süreç yaşandığını görüyoruz. Üst seviye aktörler dediğimiz, çatışmanın tarafları olan devlet/iktidar ve PKK/Öcalan tarafından sürecin isminden başlayarak çok farklı retorikler kullanılıyor. Bir yandan AKP ve MHP’nin kullandığı dil diğer tarafta ise PKK/Öcalan ve DEM Partinin kullandığı dile baktığımızda bu farklılık daha da belirginleşiyor. Tarafların fikirlerindeki farklılık zikirlerine de yansıyor.

AKP/MHP tarafı meseleyi, Cumhuriyet tarihi boyunca 100 yıllık güvenlikleştirilmiş bir perspektifle “terör” kavramı üzerinden tanımlanması gibi çözümü de aynı kavramla tanımlıyor. Kullanılan “terörsüz Türkiye” kavramı bilinçli bir şekilde seçilmiş ve devlet/iktidar kanadının perspektifini net şekilde açıklıyor. Diğer tarafta ise Kürt meselesinin Kürtlerden kaynaklı bir güvenlik sorunu olmadığı ve devletin inkar, imha ve asimilasyon politikalarının sonucunda Kürtlerin silahlı mücadeleye  başvurması olarak gören Kürt kanadı duruyor. Meseleyi “terör” değil, eşit vatandaşlık ve kimlik hakları gibi talepler çerçevesinde tanımlayan bu kanat da “barış ve demokratik Türkiye toplumu” tanımlamasını kullanıyor. Aslında tarafların kendi söylemlerinin meseleyi tanımlama şekilleri ile çok tutarlı olduğunu görüyoruz. Sorunun kaynağını tanımladıkları kavramlarla çözümü de tarif ediyorlar. Ve bu iki tarafın yer aldığı çözüm masasından kutuplaşmanın olmadığı toplumsal bir barış inşasının çıkmasını bekliyoruz. Peki bu gerçekleşebilir mi?

Toplumun barış sürecine ikna edilmesi için önceki deneyimlerden dersler çıkarılarak farklı yöntemler izleniyor. Habur sürecinde DTP otobüsünün üstünde halkı selamlayan PKK’liler ve onları bayraklar, zılgıtlar ve halaylarla karşılayan halkı gösteren görüntüler Türk kamuoyununda çok ciddi tepkiler almış ve adeta Sevr sendromuna yenisini eklemişti. Diğer yandan Çözüm Sürecinde Akil İnsanların 7 bölgede halkla yaptıkları basına açık toplantılar/buluşmalar da toplumun “ikna” edilmesi sürecini şeffaf yürütme örneği olarak görülse bile Türkiye’nin her yerinde aynı dilin kullanılmasını gerektiriyordu. Zaten toplumu ikna etmeyi amaçlayan o süreçte bir kaç ay gibi kısa bir süre devam etmiş ve kurulması gibi çalışmalarına son vermesi de yine iktidarın kararıyla olmuştu. Bu kararda buluşmalarda her iki tarafı da ikna eden ortak bir gelecek tahayyülünün ortaya çıkmaması da etkili olmuştur.

Adına Kürt barışı dediğim bu yeni süreçte ise tarafların üzerinde anlaştıkları bir metotla karşı karşıyayız. AKP ve MHP’nin Türk kamuoyuna, DEM Parti’nin ise Kürt kamuoyuna yönelik mesajlarını öne çıkardığı; ancak bu tutumların karşılıklı ve açık bir müzakere zeminine taşınmadığı bir sürece tanıklık ediyoruz. Öyle ki hem MHP hem de AKP yaz döneminde topluma inecekleri ve parti teşkilatlarının “terörsüz Türkiye” sürecini halka anlatacaklarını beyan etmiştiler. Bu toplantılar/buluşmalar basına yansımıyor. Aynı şekilde DEM Parti’nin de parti teşkilatı, vekilleri, belediye eş başkanları ve kıdemli siyasetçileri ile Kürt kamuoyununa “barış ve demokratik Türkiye toplumunu” anlatmaya başladığını duyuyoruz. Diyarbakır’da bir siyasetçinin söylediği “DEM Parti bize görev verdi, 1226 köye/mahalleye tek tek gidip barışı anlatacağız ve bunu bütün Kürt coğrafyasında yapacağız” sözleri önemli. Her iki tarafın da yerelden barışı anlatma daha doğrusu kendi tabanlarını ikna etme süreçleri üst seviye aktörler arasında devam eden süreçle eş zamanlı olarak ilerliyor. Tarafların kendi kitelerini tanımladıkları  şekliyle “terörsüz Türkiye” ve “barış ve demokratik Türkiye toplumu” sürecine ikna etmeye çalışmaları ve bunu basına kapalı bir şekilde yerelden başlayarak yapmaları sürece her iki kitlenin de temkinli yaklaşımı ve karşı tarafa duyulan güvensizlikten kaynaklanıyor.

AKP/MHP Türk kamuoyunu ikna etmek için “hiçbir tavizin verilmediği”, “ülkenin bölünmeyeceği”, “terörün biteceği”, “şehitlerin kanlarının boşuna akmadığı”, “Türkiye’nin kudretli bir devlet olacağı” gibi anahtar cümleleri kullanırken; DEM Parti ise Kürt kamuoyununu ikna etmek için “silah bırakmanın karşılığı olduğu”, “anadilde eğitim gibi kimlik haklarına kavuşulacağı”, “eşit vatandaşlık koşullarının sağlanacağı”, “silah bırakmanın Kürtleri “çıplak” bırakmayacağı”, “dağdan inecek PKK’lilerin tutuklanmayacakları”, “Irak ve Suriye Kürtlerini de kapsayan Kürt birliği” gibi anahtar cümleleri kullanıyor. Tabi bu saydığım anahtar cümleler sadece bazıları, yoksa liste uzun. Önemli olan her iki tarafın da kendi tabanlarını ikna edecek ve onların duymak isteyecekleri cümleleri kullanmaları.

Türkiye toplumunda yerelde söylenen bu iki farklı türkü olumlu gibi görünse bile aslında toplumsal barışa zarar verecek kadar tehlikeli bir noktaya evrilebilir. Öncelikle Türkiye’de dillere pelesenk olmuş bir “Kürt mahallesi” ve “Türk mahallesi” yok. Aynı şehirde, aynı mahallede, aynı apartmanda yan yana yaşayan, aynı iş yerinde aynı masada çalışan Türkler ve Kürtler var. Yani çatışmanın kaynağı ve çözümü için üretilen farklı senaryolara maruz kalan tabanlar aslında yan yana yaşayan insanlar. Bu kadar iç içe yaşayan iki topluma nabza göre şerbet gibi barış sürecini duymak isteyecekleri şekilde anlatmak ve bu şekilde ikna etmek toplumda var olan kutuplaşmayı daha da derinleştirecek ve derinleştiriyor. Silah yakma töreninin olduğu gün gerek televizyonda, gerekse radyoda yaptığım zaplamalarda karşılaştığım medya dilinde bu kutuplaşma net şekilde görülüyordu. Tarafların birbirleriyle karşılaşmadıkları ve farklı coğrafyalarda yaşadıkları bir denklemde bu stratejik hamle sorun yaratmayabilir(di) ama tarafların aynı binada komşu olarak yaşadıkları verili gerçekliğimizde karşılaşma alanlarında bu iki retorik yeni çatışmalara gebe olabilir.

Yukardan aşağıya doğru çatışmanın tarafları olan aktörlerin, siyasilerin, medyanın, akademinin ve sivil toplumunun kullandığı bu kutuplaştırıcı dil tabana kadar yayılıyor ve tarafların mahalle buluşmalarında tekrarlanıyor. Gözlemlediğim o ki taraflar kendi tabanlarını sürece ikna etmede kullanacakları yöntemde anlaşmışlar ve günün sonunda bir halk oylaması olacaksa orada “evet” oyunun çıkması amaçlanmış. Referanduma götürülecek olan şey yeni bir anayasaya olabilir.  Önemli olan tabanların kendilerine sunulan retoriklerle inandıkları ve tahayyül ettikleri gelecek için önlerine sunulanı onaylamalarının sağlanması.

Kürt meselesinin kaynağını birbirinden farklı gören çatışmanın taraflarının barış perspektifi ve tahayyülü de farklılaşıyor. Bu farklı tahayyüller üzerinden barışa ikna edilen toplum, günün sonunda büyük hayal kırıklıklarının yaşandığı bir senaryoyla karşı karşıya kalabilir. Bu durum ise toplumda zaten var olan kutuplaşmanın daha da derinleşmesine ve yan yana yaşayan iki kitlenin birbirlerinin seslerini duy(a)mayacakları, “biz” ve “öteki” algısının değişmeyeceği ve toplumsal barıştan ziyade toplumsal çatışmanın artacağı bir noktada son bulabilir.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Nabza göre şerbet « İlke TV
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin