Yüzünde Bir Yer’de Dersim’den sağ kurtulan babaannesinden esinlenen Sema Kaygusuz romanında Dersim ve unutma kavramlarını derinlemesine işliyor. Dersim’den 3 yaşında kurtulan babaannesinden o zamanların Dersim’ini dinleyen Kaygusuz, babaannesi Bese’yi şöyle anlatıyor:
“Yüzünde Bir Yer’in üç ana kahramanından biri Bese. Ben Bese’yi babaannemden esinlenerek yazdım. Bese ile babaannem arasında tek ortaklık, ikisinin de Dersim sürgünü olması. Her ikisi de Dersim katliamı üzerine bir çift laf etmemişti. Romanın bütün meselesi buradan doğdu. Bu derin suskunluğun insan ruhunda ne anlama geldiğini merak ettim. Benim ailemde hiçbir zaman katliamdan söz edilmedi. Sanıyorum bir tabuydu bu. Aynı zamanda korkudan ve insanın insana ettikleri karşısında duyulan utançtan kaynaklanıyordu.”
Kaygusuz babaannesinin 3 yaşından sonra Dersim’e hiç gitmediğini söylüyor:
“Önce Samsun’un Çarşamba kasabasında bir köye sürülmüşler. Sonra gizlice Samsun’a göçmüşler. Babaannem Tekel fabrikasında işçiydi. Ömrü boyunca çalışmış, çabalamış emekçi bir kadın. En büyük hayali Hacı Bektaş-ı Veli dergâhını ziyaret etmekti. Bu hayalini gerçekleştiremeden öldü. Hasretin ve yasın yarattığı boşluğu inançla teselli etmişti. Kutsal, korkunç trajedilerden sonra daha çok büyüyor galiba.”
Kendisini de romanın kahramanı olarak tarif eden Sema Kaygusuz, bunu da şu sözlerle ifade ediyor: “Bu romanın kaynağı benim. Kendimi kabuk kabuk soyarak yazdım Yüzünde Bir Yer’i. Muhakkak henüz vakıf olamadığım, ifşa edemediğim duygular da vardır. Ama sonuçta yazarken bir başkası olamadıkça metin son derece kişisel bir mızmızlanmaya dönüşebilir. Edebiyattan sapma buradan başlar. Dolayısıyla kendimden ve babaannemden söz etmedim hiç. Bir katliama tanık olmuş bireyin toruna miras bıraktığı duyguları, henüz buharlaşmadan cisimleştirmeye çabaladım. Bakın, ben dünyayı edebiyatla algılayan ve öyle yazan birisiyim. Vakanüvis veya arzuhâlci değilim. Yaratımımın merkezinde, daima insan ruhu ve onun özüne duyduğum merak var.”
Sadece Alevi değil anne tarafından da Selanikli olduğunu söyleyen Kaygusuz, bütün kimlikleri tanımak ve sonra da onları terk etmek istediğini anlatıyor: “Ömrüm elverirse Yahudi, Kürt, Ermeni, Çingene, Arap, Süryani, Zerdüşt olup sonra bunların hepsini terk edebilmek de isterim. Bu romanı yazarken, Dersim katliamının bıraktığı yaraya ve kutsiyet algısına odaklandığımda, aynı zamanda bir Aborjin, bir Gazzeli, bir Darfurluydum. Dersim kökenli olduğumu öğrendiğimde, benim içime çöreklenen sadece Dersim acısı değildi, dünyadaki bütün Kerbela’ların acısıydı.”
Kitabının kahramanlarından Hızır’ı “Acı çekebilen bir Tanrı” olarak nitelendiren Kaygusuz “Çocukluğumda babaannemden birçok Hızır masalı dinlemiştim. Sonra onun üstüne epey bir zaman okumalar yaptım.” diye konuşuyor ve Dersim’i konuşmanın zamanının gelip de geçtiğini vurguluyor: “Suskunluk, ifşaatın ilk halidir. Ben zaten üçüncü kuşak olarak bu acıyı dillendirmekle yükümlüydüm. Bir yazar olmaktan öte bir torun olarak yükümlüydüm. Yani içsel bir zorunluluktu bu. Zamana ait olmakla ilgili bir şey. Bugün Dersim’in konuşulmaya başlaması da bence aynı sorumluluktan kaynaklanıyor. Nezahat Gündoğan’ın Dersimli evlatlık kızlar üstüne yapmakta olduğu belgesel, Hasan Saltık’ın çalışması ve benim romanımın aynı döneme denk düşmesi bir rastlantıdan çok bir nedenselliğe dayanıyor. Bizler hatırlamaya mecbur torunlarız.”