Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’n 2023 Şubat ve Mart aylarının verilerine göre, erkekler tarafından 11 kadın öldürüldü ve 12 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Mart ayındaysa erkekler tarafından 23 kadın öldürülürken 19 kadın cinayeti ise şüpheli şekilde bulundu. Gerek faillere uygulanan hak indirimleri gerekse gücünü devletten ve söylemlerinden alan erkekler yargı karşısında ödül gibi cezalar alırken, kadınlar hak mücadelelerinden ve devlettin dayattığı yasaları istemediklerini söylediler.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu-Kadın Meclisleri’nden Ece Yılmaz, aktivist Yağmur Alaz Gülveren, Nesil Çiftçi ve alanında uzman hukuk alanında kadın hakları savunuculuğu yapan Avukat Nazan Sakallı Aktaş ve Funda Ekinle kadına şiddet ve yargıda cezasızlık adına konuştuk.
Açık açık örgütleniyoruz
Kadınların yıllardır mücadele ederek kazanımlarını sağladığı alanlar, iktidarın kadına düşman olan politikaları ve kadına şiddeti meşrulaştıran yasalarına karşı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu-Kadın Meclislerinden Ece Yılmaz şunları söyledi:
Ece Yılmaz
“Siyasi iktidarın kadın düşmanı politikalarına karşın artık kadınlar haklarının daha da farkında hatta bu gerici politikalar kadınların mücadeleye atılmasını körüklüyor. İstanbul Sözleşmesi madde madde yazılımı feminist hareketin bir kazanımıydı, geri çekilmesiyle birlikte ise bir sürü kadın mücadele etmek üzere bizimle yürümeye başladı. Kadınlar başkaldırdıkça baskı artıyor, baskı arttıkça mücadeleye bir kişi daha katılıyor. Açık açık örgütleniyoruz çünkü açık açık öldürülüyoruz.’’
Uzaklaştırma kararına rağmen kadınlar öldürülüyor
Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde 6284 yasasının gündeme gelmesi, günlük politikalarını sürekli kadınları hedef alarak geliştirmesine yönelik Yılmaz şöyle konuştu:
“Sözleşmeden çekilmeyle birlikte kamu görevlileri 6284’ü uygulamıyor. İçişleri Bakanlığı kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin azaldığını söylüyor, bunun büyük bir yalan olduğunu uzaklaştırma kararına rağmen öldürülen kadınlarda görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi tüm bunları açık ediyor ve hesap vermeye itiyor, işte bu yüzden aşırı sağ iktidar kadın düşmanı politikalarla bu sözleşmeyi ve dolayısıyla 6284 sayılı kanunu her fırsatta hedefe koyuyor. Kadın düşmanı, homofobik, transfobik sağ politik duruş, referanslarını dinden alıyor. Bu görüş fıtrat adı altında toplumsal cinsiyet rollerini doğallaştırıyor, kadınlara anneliği dayatıyor, cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimliklerini tanımıyor, sözleşmenin aile kuruma zarar verdiğini söylüyor.”
Değiştirmek içim mücadele ediyoruz
Kadın cinayetleri, şiddet, tehdit ve istismar karşısında faillerin gücünü devletten ve de onun cezasızlık politikalarından aldığını dile getiren Yağmur Alaz Gülveren şunları kaydetti:
Yağmur Alaz Gülveren
“Türkiye’de adaletin işleyişi elbette sıkıntılı. Her konuda bir aksaklık olmasına rağmen kadın cinayetleri, şiddet ve istismar olaylarında bilinçli bir cezasızlık durumu var. Sosyalist feminist bir kadın olarak ben bunu bir “aksaklık” olarak değil devletin bilinçli kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı politikasına bağlıyorum. Bu meselenin örneklerini çok sayabiliriz. Daha önce bir kadını öldürmekten cezaevine girmiş birinin salınmasıyla birlikte başka bir kadını öldürdüğüne, canice öldürülen kadınları öldüren katillerin davasının yıllarca uzatıldığına ve bizzat mahkemeler tarafından kadınlar hakkında karalayıcı cümleler kurulduğuna çok şahit olduk. Bizi koruma altına alan ve haklarımızı koruyan İstanbul sözleşmesinin yürürlükten kaldırılması ve 6284’ün etkin uygulanmaması da bilinçli adımlardır. Biz bunu değiştirmek için mücadele ediyoruz, hakkımız olanı almak için. Biliyoruz ki bu devlet bize haklarımızı altın tepside sunmayacak.”
Dayanışmamız ve mücadelemiz kurtaracak
Kadınların güçlü bir şekilde örgütlenmesi gerektiğini ve kadınların birlikte hareket etmesinin önemine dikkat çeken Gülveren konuşmasının devamında şunları söyledi:
“Kadınlar örgütlenmelidir. Bu örgütlenmeden kastım herhangi bir örgütün çatısı altına girmek değil, bu seçim olarak yapılabilir elbette bence daha iyi bir yöntemdir de hatta. Ama burada örgütlenmeden kastım kız kardeşlik hukuku etrafında bir araya gelerek beraber mücadele pratiği örgütlemektir. Birbirimizin sesi, omuzu, eli, ayağı olabilmektir. Sisteme, patriarkaya karşı beraber mücadele edebilmek önemli olan. Sesimizin daha gür çıkması için beraber çıkması gerekir. Çünkü biliyoruz ki başımıza herhangi bir şey geldiğinde bizim haklarımızı devlet değil örgütlü mücadele savunacak. Hukuk sistemi değil bizi kız kardeşlik, dayanışmamız ve mücadelemiz kurtaracak.“
Sözleşmeden bu yana artan kadın cinayetleri
Yargı mekanizmasının kadınlarını koruyamadığını ve failleri aklamaya devam ettiğini söyleyen Nesil Çiftçi ise şu vurguları yaptı:
Nesil Çiftçi
“Maalesef ki İstanbul Sözleşmesinden çıkıldığından bu yana kadın cinayetleri ve kadına şiddet katlanarak arttı. Bunun temel sebebi siyasal iktidarın elindeki yargının, faillere caydırıcı cezalar vermemesi ve verilen cezaların yetersiz kalmasıdır. Bunun birçok örneğine tanık olduk yakın zamanda da. Kadınların meydanlarda durmadan haykırdığı ‘erkek vuruyor, devlet koruyor’ sloganı, siyasal iktidarın kararıyla İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinden sonra gerçekliğini daha da arttırdı. Vahşileşen kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri arttı. Yargı mercileri cinsiyetçi kararlarıyla kadın katillerini ve şiddet faillerini aklamaya devam etti.”
Faillere caydırıcı cezalar verilmeli
İktidarın sunduğu kanunları kabul etmeyeceklerini söyleyen Çiftçi sözlerine şöyle devam etti:
“İktidarın sunduğu kanun teklifini kabul etmiyoruz. İstanbul Sözleşmesi, mücadele edilerek kazanılmış ve kadınlar için eşitlik ve özgürlük yolunda büyük önem taşıyan haklardır. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ne derhal geri dönülmeli. Yeni kanunla uygulanmaya çalışılan sözde yasalar değiştirilmeli, faillere caydırıcı cezalar verilmeli ve kadınların eşit, özgür yaşadığı ve öldürülmediği bir toplum inşası için çalışılmalıdır.”
Kadınları koruyacak mekanizmalar yok
Kadınların yaşadığı şiddet döngüsü etrafında onları koruyacak mekanizmaların yoksun olmasının ve toplumsal cinsiyet rollerinin kadına yüklediği olumsuz koşullar sonucunda kadınların bağımsız bir hayata sahip olamayacağını ve sonucunda şiddete boyun eğmek zorunda kaldığını dile getiren Avukat Nazan Sakallı Aktaş ise dikkat çekici vurgular yaptı:
Avukat Nazan Sakallı Aktaş
“En önemli sorunlardan biri şiddete maruz kalan kadının, sonrasında yeniden şiddet görmesine veya can güvenliği riski yaşamasına engel olabilecek mekanizmaların yoksunluğudur. Kadınlar zaten genellikle bir meslek, iş, malvarlığı vb. bir varlık sahibi olmuyorlar. Çoğu kadın türlü manevralarla miras hakkından dahi mahrum bırakılıyor. Kaldı ki bir malvarlığına veya mesleğe sahip olsalar dahi, genel toplumsal ön kabullerin ve toplumsal cinsiyet rollerinin kadına yüklediği koşullanmalar nedeniyle bağımsız bir hayat kurabilecekleri bir ihtimal olarak görülmüyor. Hal böyle olunca kadınlar, gerçekten artık dayanılmayacak raddeye gelinceye kadar şiddete boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Hatta uzun yıllar boyunca şiddete maruz kalan bir kadının, sonunda yaşadığı şiddet döngüsünü terk ettiği durumlarda, ‘artık canına tak ettiği için terk etmek zorunda kaldığından, yoksa yuvasını yıkmayı kesinlikle istemeyeceğinden’ bahsettiğine tanıklık etmeniz mümkündür. Yani kadınlar, şiddet ortamını ve failini terk ettiklerinde, bunu yapmaya “gerçekten” mecbur kaldıklarına tüm toplumu ikna etmeye zorunda kalıyorlar.”
Şiddet failini ödüllendiren yargılama
Kadın cinayetleri, şiddet veya istismar sonrası failin işlediği suçun cezasız olması ya da tahrik indirimleri gibi cezaların caydırıcı bir yapıya sahip olmadığını söyleyen Aktaş sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu alanda karşılaştığımız ikinci temel sorun ise cezasızlık. Basına yansıyan haberlerden de görülebileceği üzere cinayete varan şiddet olaylarının faili olan erkeklere, yasada belirtilen koşullara uymadığı halde haksız tahrik indirimleri veya meşru müdafaa hükümleri uygulanıyor. Burada hukuken bizim tartıştığımız husus, faillere, yasada mevcut tanımı dışında bu indirimlerin uygulanmasıdır. Kuşkusuz ki ceza adaleti, tüm ceza yargılamalarında olduğu gibi burada da egemen olmalı, savunma hakkı ve buna bağlı tüm haklardan yararlanılması engellenmemelidir. Adil yargılanma hakkı, suçu ne olursa olsun bir suç şüphesi nedeniyle mahkeme önüne getirilen herkes için tesis edilmelidir. Fakat adeta şiddet failinin fiilini ödüllendirip ve onu cesaretlendirirken maruz kalanı, neredeyse şikayetçi olduğu ve hatta kimi durumlarda ‘öldüğü’ için cezalandırmaya varan yargılama pratiklerinin bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir.”
“Şiddet failleri fiillerine göre ceza almalıdır”
Kadına yönelik şiddet, mevcut patriyarkal sistemin varlığını sürdürebilmesi için erkeğin eline verilmiş bir sopadır diyen Aktaş, şiddetten uzak bir toplum düzenine ulaşabilmek için şiddet faillerinin adalet ilkeleri zemininde cezalandırılması gerekiyor. Aktaş, konuşmasında şunları vurguladı:
“Şiddet faillerinin cezalandırılması gerekli midir? Evet gereklidir. Kadına yönelik şiddet failleri, adil yargılanma hakları ve cezalandırmada adalet ilkeleri gözetilerek, fiillerine uygun bir ceza almadırlar. Başka türlü bir toplum düzenine ulaşıncaya dek bu zorunludur. Zira öbür türlüsünün, kadınların cezalandırıldığı ve bunun erkeğe hak görüldüğü bir mekanizmadan ibaret olduğuna dair binlerce yıllık bir deneyimimiz mevcuttur.”
Aynı zamanda cezalandırmanın da bir çözüm olmadığını ve çözüm önerilerine dikkat çeken Aktaş sözlerini şöyle noktaladı:
“Peki cezalandırma, kadına yönelik şiddetin bütünüyle sonlanması için bir çözüm müdür? Şüphesiz değildir. Kadınlar/LGBTİ+ bireyler yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olan her şeye erişebilmek için tek tek mücadele vermeye devam ederken, erkeğin de toplumun tüm bireylerinin huzur ve esenlik içerisinde yaşadığı eşitlikçi bir topluma ulaşılabilmesi için, önce elindeki sopayı bırakması gerektiğini kavraması gerekir. Bunun için bütün bir toplum olarak kapsamlı bir politik dönüşüme ve bir kavrayış zenginliğine ihtiyacımız olduğu açıktır.”
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği
Kadına yönelik şiddet başta olmak üzere tüm şiddet türlerinin altyapısında toplumsal cinsiyet ayrımcılığına dikkat çeken Avukat Funda Ekin, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına dikkat çekerek şunları söyledi:
Avukat Funda Ekin
“Şiddet türlerinin tamamı toplumsal cinsiyet ayrımcılığına dayanıyor. Toplumsal cinsiyet konusunda kadınların rollerine yapıp yapamayacakları dair bir algı, bakış olduğu için toplumda bu ayrımcılık, şiddet ve eşitsizliğe neden oluyor. O yüzden de fiziksel şiddet, cinsel, sözel ve dijital şiddet; sayabileceğimiz şiddet türlerinin tamamı aslında toplumsal cinsiyet ilişkilerine ve bunlarla ilgili ayrımcılığa dayalı olan şiddet biçimleridir. Erkekler bir iş yerinde sinirlendiklerinde patronlarını dövmüyorlar ama evde yemeğin tuzunu az bulduklarında ya da istedikleri gibi cinsel ilişkiye girmediğinde ya da istenmeyen şeylere para harcandığı gibi türlü gerekçelerle kadınları dövebiliyor, şiddet uygulayabiliyorlar. Bundan dolayı tam olarak toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kendisi bu ayrımcılığın kendisi bu şiddete sebep oluyor. Hukuki açıdan baktığımızda, İstanbul Sözleşmesi de şiddetin toplumsal cinsiyet ayrımcılığından ve kadınların tarihsel olarak ikincil bir konumda olmasından kaynaklandığını altını çizerek ifade etmekteydi. Biz de feminist avukatlar, savunucuları olarak; sözleşmedeki şiddet tanımının çok önemli olduğunu ve bu tarihsel ayrımcılık gereği şiddet ilişkilerinin bir türlü son bulmamasından kaynaklı olarak da daha bütünlüklü yaklaşımla özellikle politik bir yaklaşımla bunun engellenmesi gerektiğini düşünüyorduk o yüzden de bütün bu sorunlar, şiddet biçimleri ve toplumsal cinsiyet algısı iç içe diyebiliriz.”
“Yasaları bilen uzmanlara ve bütünlüklü yaklaşıma ihtiyacımız var”
Şiddetle nasıl mücadele etmemiz gerektiğini dile getiren Ekin, hukuksal mücadeledeki en büyük sorunlardan biri olan toplumsal cinsiyet ayrımı başta olmak üzere konuyla alakalı ilgilenen, eşitlikçi bakış açısına sahip olan yargı kesimlerine ihtiyaç olduğunu; bu alanda çalışan herkesin gerekli bilgi ve donanıma sahip olmasını ve de eğitimlerden geçmiş olmasının önemine vurgu yaptı.
Konuşmasının devamında Ekin şunları ekledi:
“Kadına yönelik şiddette hukuki mücadele de karşımıza çıkan sorunlar aslında her şeyden önce sorunun politik yanının hiç görünmeyişidir. Politik yanı derken, biz sloganlaştırırken ‘kadın cinayetleri politiktir’ ‘Trans cinayetleri politiktir’ diyoruz. Bakış açsının eksikliğinden ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin görülmeyişinden, toplumsal olarak kadınlara yüklenen rollerin, beklenen itaatin ve bunun dışında davranışların tamamında ölüm ve şiddet getirdiğinden bahsediyoruz. Her şeyden önce bu bakış açısına sahip olmamak önümüze engel olarak çıkıyor. Örneğin öldürülen bir kadın olduğunda öncelikle bütün davalarda kadınların hayatını magazinsel bir şekilde ele alan hukuk yargılamaları görüyoruz. Ya da cinsel saldırı suçlarından kadınların karakollara başvurduğunda, adli tıp doktorlarına, savcılıklara başvurduğunda her kademede ne içtiği ne giydiği eski sevgilisi mi olduğu yeni sevgilisi mi olduğu? Cinsel ilişki kurmaya evet mi dediği? Evine mi gittiği? Bu tip sorularla karşılaştıklarını ve davranışlarının yargılandığını ve de sanki bir mağdur değil de aksine sanıkmışçasına sorgulandıklarını görebiliyoruz. Hukuksal mücadeledeki en büyük eksikliklerden biri aslında toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili erkeklik ve bakış açısıdır. Bizim politik ve eşit bakış açısına ihtiyacımız var. Yasaları bilen ve gerekli eğitimlerden geçmiş uzman kişilere ihtiyacımız var. Bu alanda çalışan karakolların, savcılıkların, aile mahkemelerinin, avukatların, cinsel suçlara bakan savcı ve hakimliklerin aslında bu eğitimlerden bu bakış açısıyla ilgili donanıma ve eşitlikçi yaklaşıma sahip olmaları gerekir. Her şeyden önce de hükumetlerin ve tüm kurumların bütünlüklü kadına yönelik şiddeti engellemeye dönük politik bakış açısı ve mücadele kararlılığı içinde olmaları lazım.”