Evet! İçinde bulunduğumuz bu günler; 1964 yılından beri 27 Mart-02 Nisan tarihleri arasında “Kütüphane Haftası” olarak kutlanmaktadır. Buradaki maksat; insanların kitapları sevmesi, okuması-okumaya teşvik etmesi ve kitapların korunması hedeflenmiştir. Bu vesileyle baharla birlikte, evlerinizde kitaplar açısın.
Yazılı materyaller (-el yazmalı metinler, belgeler, kitaplar) tek tek toplanıyor ve bir araya getirilerek kitaplıklar, kütüphaneler oluşturuluyor. Bu, o kadar da kolay bir iş olmasa gerek! Hele hele devasa Kütüphaneler, öyle kolayca oluşturulmuyor. Antik çağlardan beri Mezopotamya’dan Avrupa’ya, dünyanın dört bir yanında oluşturulmuş ve “eski dünyanın en büyük kerameti” olarak görünen yüz binlerce kütüphane bulunmaktadır.
Fakat bazıları tarihi süreci içerisinde yakılmış-yağmalanmış ve tahrip edilmiştir. Bunların en başında ise iki kütüphane geliyor. Asur kralı Asurbanipal’in; Musul yakınlarında kurduğu kütüphanesi. Bir diğeri ise Mısır’daki İskenderiye Kütüphanesidir. Aralarda, bazı önemli Kütüphanelerin yakılıp-yağmalandığına da kısaca değineceğim. Fakat gelin ilk önce Asurbanipal’in kütüphanesine gidelim.
Asurbanipal’in Kütüphanesi
Dünyanın en büyük ve en eski Kütüphanesi olarak kabul edilen Asur kralı Asurbanipal (MÖ 668-627) tarafından, Dicle nehrinin Doğu kıyısındaki eski adı Ninova olan bugünkü Musul kentinin yanında kurulmuştu. Bu kütüphane aynı zamanda dünyanın ilk sistematik kütüphanesidir. Aslında Asurbanipal, babasından devraldığı bu işi, özenle sürdürmüş ve kendisinden sonra gelen krallar da, yazılı metinlere ve bunların toplandığı kütüphanelerin gelişimini, aynen devam ettirmişlerdi.
1850-1853 yıllarında bölgede yapılan kazılar sonucunda bulunan kütüphanede, bazı kaynaklarda rakamlar değişim gösterse de, 35 bin adet tablet bulunmuştu. İngiliz Müzesinde (British Museum) sergilenen bu tabletler, Mezopotamya açısında tarihsel büyük bir öneme sahiptir. Tarihte Asurlar; yayılmacı bir politika yürütüyor, çevre toplumları savaş ve baskılarla yönetimleri altına alıyorlardı. En sonunda Asurları; Medler ve Babiller birleşerek yenmişlerdi. Bunun bedeli ise Asurlar için ağır olmuştu.
MÖ 614-612 yıllarında, Asur İmparatorluğunu devirmek amacıyla birleşen Babil ve Med devletlerinin müttefik orduları tarafından, Asurların başkenti konumunda olan Ninova/Ninevhe şehiri kuşatılmış ve Asurbanipal’in oluşturduğu bu kütüphane, şehirle birlikte yakılmış, tahrip edilmişti.
Fakat daha sonra Medo-Perso orduları, MÖ.538 de Babil’i işgal ettiklerinde ise bu defa Babil Kütüphanesine dokunmamış ve hatta kendilerine ait özel el yazmalı eserleri de Babil Kütüphanesine taşımışlardı. Bunların başında ise Aryanların eski dinlerine ait metinler ve Avesta yazmaları gelmekteydi. Daha sonra Babil Sürgünü Yahudilerin ileri gelenleri; Babil Kütüphanesindeki bu kadim eserlerden faydalanarak, Tevrat’ın içeriğine ilişkin bilgilerini geliştirdiler. Bununla, Yahudi cemaatine yön verdiler.
İran Kisralarının Kütüphaneleri
Arap İslam Orduları; 634 yılında ilk defa Aryan (İran/Eran/Pers) coğrafyasına girdiklerinde kadim şehirleri yerle bir ediyorlardı. Görkemli saraylar yağmalanıyor yada yakılıp-yıkılıyordu. Bu yıkım esnasında saraylarda oluşturulan Kütüphaneler de bundan nasibini alıyorlardı. Aryanlara ait el yazmalı eserler, bazı yerlerde yakılıp yok edilirken, bazı saraylarda ise sandıklara-çuvallara doldurulup Mekke’ye, Medine’ye yollanıyordu. Bir görüşe göre dönemin Sasani kralı/kisrasının sarayındaki kitapların çoğu, özellikle de Enûşirvân’a ait yazılı eserler çok değerliydi.
Hüsrev l olarak da bilinen Enûşirvân Adil, 531–579 yılları arasında Sasani İmparatorluğunun kralıydı. Çok adaletli olduğundan kendisine “Adil” adı verilmişti. Enûşirvân belagati yüksek, öğüt veren, güzel söz söyleme sanatına sahip bir kraldı. Kendisine ait yazmaları bulunmaktaydı. Söz konusu bu eserler; İmam Ali’nin eline geçmiş ve bu eserlerdeki özlü sözler; Farsçadan Arapçaya tercüme edilerek İmam Ali’nin sözleriymiş gibi etrafa yayılmıştı.
Moğolların Kitap Kıyımı
1253 yılında, Çengiz Han’ın torunu aynı Hülâgû (1218-1265); Hasan Sabah’ın (1050-1124) Alamut kalesinde oluşturduğu kütüphanenin de içerisinde bulunan Alamut kalesini, petrol ve dinamitle patlatarak, Bâtıni dailerini yazılı metinleriyle birlikte ortadan kaldırmıştı. Alamut Kütüphanesindeki yazılı metinler, ezoterik bilgiler içermesi bakımından oldukça önemliydi.
Moğollar; 1258 yılında Bağdat’ı fethettiğinde, şehri yağmalamışlar, Asurlara ait belgelerin de içinde bulunduğu kütüphanesini yerle bir etmişlerdi. Cengiz Han’ın torunu aynı Hülâgû; şehri yakmış ve söylendiğine göre Dicle nehri kitapların mürekkebi yüzünden günlerce siyah akmıştı.
Antik Çağdan, Modern Çağa Kitap Kıyımı
14 Nisan 2003 tarihinde Amerikan Birliklerinin Bağdat’a girmesinden hemen sonraki 48 saat içinde, Ulusal Kütüphane ile Dini Bağışlar Bakanlığı’ndaki kütüphanenin enkaz haline geldiği ve yağmacıların Ulusal Müze’de bulunan 170,000’den fazla eseri kaçırdığı, yaktığı-yağmaladığı iddiaları ortaya çıktı. Musul’daki Üniversite Kütüphanesi ise tamamen yakılıp-yıkılmıştı.
Asurbanipal’in Kütüphanesinde daha sonraki kazılarda elde edilen çeşitli eserler, Nineveh Arkeoloji Müzesinde korunuyordu. 2015 yılında İŞİD tarafından burası yağma edilerek dağıtıldı.
Avrupa’da Kitap Kıyımları
Mezopotamya’daki eski kütüphanelerde yaşanan bu kıyımın aynısı, Avrupa ülkelerinde de aynen devam ettiriliyordu. Özellikle 16.yüzyıldan önce ve sonrasında da Kiliselerin oluşturdukları kütüphaneler yağmalanıyorken, bazı yerlerde de Kiliseler arası (Katolik-Protestan) bu kıyımlar sürdürülüyordu.
Yine Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı öncesinde, yıllar süren kitaplara el koyma olayları yaşanmıştı. 1933 ile 1945 yılları arasında Almanya’da ve işgal altındaki Avrupa’da, kütüphaneler ve yayın evlerinde bulunan 100 milyondan fazla kitap, Nazi güçleri tarafından tahrip edilmişti.
25-27 Ağustos 1992’de, üç gün boyunca Saraybosna’daki, on dokuzuncu yüzyıl Mağribî tarzındaki büyük Ulusal ve Üniversite Kütüphanesi [Vijevnica), yangın bombalarıyla bombalanmıştı. Basılı ve el yazması, bir milyondan fazla kitap tahrip edilmişti.
İskenderiye Kütüphanesi
Mısır’daki İskenderiye şehrini, Makedonyalı Büyük İskender (Aleksandır); MÖ 332 yılında kurdu. Kısa bir zaman sonra İskender (MÖ.356-323) Babil’ de ölünce, Onun yerine generallerinden Lagus’un oğlu Ptolemaios I. geçerek, Mısır Krallığını ilan etti. 24 yıl hüküm süren Ptolemaios; bu süre içerisinde “İskenderiye Kütüphanesini” 150 bin el yazması eserle kurmuş oldu. Ancak İskenderiye Kütüphanesinin başına gelmeyen kalmadı. Bir çok defa İskenderiye Kütüphanesi tahrip edildi, yakıldı, yağmalandı, içindeki kitaplar haraç-mezat satıldı. Bunların içerisinde ise iki olay oldukça önem arz etmektedir.
İskenderiye Kütüphanesine ilk müdahale, Roma İmparatorluğunun son diktatörü olan Jül Sezar (MÖ.100-44) tarafından gerçekleşti. Yazılı tarihte, şehirleri yakmayla ünlenen diktatör Sezar; MS 47-48 yılları arasında, gemilerle yanaştığı İskenderiye limanındaki, demirlemiş yerli gemileri ateşe vererek kıyıya yanaşıyordu. Sonra şehri yakıyor ve içendeki İskenderiye kütüphanesinin alevleri arşı kapatıyordu. Yaklaşık 400 bin kitabın yandığı belirtiliyor. Bir lirik şiirde ‘Rüzgârlar felaketin gücüne güç katıyordu; alevler… Çatıların üstünde meteor hızıyla koşuyordu“ diye bu kütüphanenin hazin hikâyesinin gerçeği, böylece tarihe not düşülmüştür.
İskenderiye Kütüphanesinin başına gelen bir diğer olay ise Arapların Mısır fatihine denk gelen yıllardaydı. MS. 642 yılında Arapların, Mısır’ı işgali sırasında devasa kitapları içinde barındıran İskenderiye Kütüphanesi, işgal ordularının komutanlarını dehşete düşürmüştü. Lakin içerisinde Yunan Felsefecilerin eserlerinden tutun da eski dinlerin, ezoterik bilgilerin bulunduğu, her dilden binlerce kitap bulunmaktaydı.
Mısır işgali sırasında Müslümanların 2. Emiri Halife Ömer; Şam’da bulunmaktaydı. Mısırdaki ordu komutanı, Müminlerin Emiri Ömer’e haber yolladı. Söz konusu bu kitapları ne yapması hususunda bilgi istedi. Halife Ömer’in verdiği emir, konuyla ilgilenen bir çok yazarın eserlerinde yerini almıştır. Halife Ömer, kısaca şöyle diyordu; “‘Eğer onlarda (kitaplarda) yazılı olanlar, Allah’ın Kitabı (Kur’an) ile uyuşuyorsa, onlara ihtiyaç yoktur. Eğer uyuşmuyorsa, istenmiyorlardır. Bu nedenle onları yok edin.” Bu emir karşısında 54 bin kitabın, İskenderiye’deki hamamlara, yakılması için dağıtıldı. Hamam sahipleri bu kitapları altı ay yakarak sularını ısıttılar.
Yeri gelmişken burada kısa bir bilgiyi aktarmak isterim. Halife Ömer’in bu emrinin aynısının İran işgali sırasında da aynen yaşandığı, bazı kaynaklarda anlatılmaktadır. Özellikle Avesta için bu sözü söylediği belirtilmektedir.
Sonuca gelmeden evvel, Türkiye’de özellikle askeri darbeler sırasında yönetime gelenlerin ilk işleri, muhalif gördükleri kesimlerin evlerindeki kitaplara-kitaplıklara, kütüphanelere karşı acımasızca tavırlar sergilemek olmuştur. Topladıkları kitapları yakarak imha etmişlerdir. Bu satırların yazarı bendeniz; 12 Eylül askeri darbesinde, Öğretmen babama ait yığınla kitabı toprağa gömmüş ve aylar sonra çıkardığımızda ise hepsinin ıslanarak, küflenerek okunmaz hale geldiğine şahit olmuş birisiyim.
Şimdi sonuç
Evet içinde bulunduğumuz bu günler; 1964 yılından beri 27 Mart-02 Nisan tarihleri arasında “Kütüphane Haftası” olarak kutlanmaktadır. Buradaki maksat insanların kitapları sevmesi, okuması-okumaya teşvik etmesi ve kitapların korunması hedeflenmiştir. Aslında bu etkinliğin evveliyatı da vardır. Mesela 1949 yılından beri Türkiye’de, “Türk Kütüphaneciler Derneği” kurulmuş ve yurt çapında faaliyet göstermiştir. Ama maalesef bu alanda istenilen düzeyde bir ivme kazanılmamıştır. Zira İktidarlar için Kitaplar; “zararlı ve faydalı yayınlar” olmak üzere sürekli ikiye ayrılmıştır. Bu bilek güreşinde ise hep devlet için faydalı yayınlar korunmuş, zararlı olanlar ise yakılmış ve yazarları da hukuki müeyyidelerle karşılaşmıştır.
Son yıllarda gelişen internet ortamıyla birlikte kitap okuma alışkanlığı iyice zayıflamış ve evlerde bireysel kitaplıklar, kurumlarda ise Kütüphaneler oluşturulmamaktadır. Türkiye’de, toplumsal katmanlar arasında en çok kitap okuyanların Aleviler olduğu hep dile getirilmiştir. Eskiden belki de bu doğru bir tespitti. Ama günümüzde bu sözün doğruluğu artık tartışmalıdır. Zira son 30 yıldan beri aktif bir şekilde örgütlenen Aleviler; denekler, federasyonlar, vakıflar, cem evleri, akademiler vs. kurdular. Bu fiziki binaların içerinde, maalesef elle tutulur birer Kütüphane, ve hatta kitaplık dahi oluşturamadılar. Kurum yöneticileri başta olmak üzere Dedeler bile, kitap dünyasında oldukça çok uzak olup, güncel siyasi-politik içi boş ve karşılığı olmayan geyik muhabbetleriyle zaman öldürmekle iştigal etmekteler. Yoksa yanılıyor muyum?
Hak ile kalın!