Dersim’de şifa: Yüzyıllardır unutulmayan bir gelenek

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

MÜJGAN HALİS

Resmi adı Tunceli olan, halk arasındaki kadim ismiyle Dersim kültürü, kendine özgü özellikleriyle Anadolu coğrafyasında ayrı bir zenginliğe sahip. Şifacılık ve sağaltım geleneği ise, bu kültürün az bilinen özelliklerinden biri.

Dersim Alevilerinde İyileştirme Geleneği kitabının yazarı Altınbaş Üniversitesi’nden Doç. Dr. Kızılca Yürür; Dersim ekosisteminde yetişen bitkilerin endemikliğinin, yaban yaşamının canlılığının bunda önemli bir etkisi olduğunu söylüyor. Dersim’de şifalı su kaynaklarının da bol olduğunu söyleyen Yürür; Alevi inanç sisteminin bağlı imgelem dünyasının, bitkilere ve yabani yaşama ilişkin bilginin kutsal sayılmasını ve titizlikle aktarılmasını sağladığını belirtiyor.

Dersim şifa geleneğinin izlerinin Hitit tıbbına kadar uzandığını belirten Yürür; aynı zamanda Helenik bir gelenek olduğuna dikkat çekiyor. Alevilerde İskender yani Zülkarneyn hikayelerinin çok olduğunu anlatan Yürür; “İskender’in en büyük başarısı kültürleri bir araya getirmesidir. Dersim’de aynı zamanda çok İrani bir damar da var”  diyor. İskender’in yayılımıyla birlikte Aristo felsefesinin ve İrani damarın Dersim’de karşılaştığını düşündüğünü söyleyen Kızılca Yürür; bu iyileştirme kültürünün aşiretler ve aileler üzerinden sonraki kuşaklara aktarıldığını dile getiriyor. Ailelerin bunu ‘Hak’tan gelen emir’ olarak yorumladığını vurgulayan Yürür; “Aileler bu bilgiyi bir görev olarak hem aktarıyor hem uyguluyor. Ve devlet lokman hekimliği yasaklamasına rağmen bilgi kaybolmamış” diyor.

“Eskiden beri insanlar iyi gelen ilaçları bulmak için dini merkezlere gidiyordu”

Dersim’de iyileştirici aileler ile ocak mensubu iyileştiriciler diye iki grubun varlığına dikkat çeken Yürür; “İyileştirici görevine uygun olmanın en önemli kriterleri, iyileştirici kişinin bilgi ve becerisinden dolayı kişisel çıkar, haz ya da, zenginlik beklememesi; hak yemeyen bir kişi olması; merhametli ve özverili olması ve hizmet etmeyi bir görev bilmesidir” diyor. Bölgede ocakların dini misyonlarıyla iyileştirme görevlerinin iç içe geçtiğine de vurgu yapan Yürür gözlemlerini şöyle aktarıyor:

“Eskiden beri insanlar hasta olunca dua istemek, kutsal merkezde rüyaya yatmak dışında, iyi gelen ilaçları bulmak için de dini merkezlere gidiyordu. Ama bitkilerle iyileştirme bilgisine vakıf olan sadece dedeler değildi. Bitkilerle ilaç yapma ve bazen de cerrahi bilgisine sahip, ancak seyit olmayan aileler de bulunmaktaydı. Bu işi meslek edinmiş, başka aşiretlere mensup insanlar da sağlık işini yürütüyordu.”Dersim şifa geleneğinin izlerinin Hitit tıbbına kadar uzandığını belirten Yürür; aynı zamanda Helenik bir gelenek olduğuna dikkat çekiyor. Alevilerde İskender yani Zülkarneyn hikayelerinin çok olduğunu anlatan Yürür; “İskender’in en büyük başarısı kültürleri bir araya getirmesidir. Dersim’de aynı zamanda çok İrani bir damar da var”  diyor. İskender’in yayılımıyla birlikte Aristo felsefesinin ve İrani damarın Dersim’de karşılaştığını düşündüğünü söyleyen Kızılca Yürür; bu iyileştirme kültürünün aşiretler ve aileler üzerinden sonraki kuşaklara aktarıldığını dile getiriyor. Ailelerin bunu ‘Hak’tan gelen emir’ olarak yorumladığını vurgulayan Yürür; “Aileler bu bilgiyi bir görev olarak hem aktarıyor hem uyguluyor. Ve devlet lokman hekimliği yasaklamasına rağmen bilgi kaybolmamış” diyor.“Eskiden beri insanlar iyi gelen ilaçları bulmak için dini merkezlere gidiyordu”Dersim’de iyileştirici aileler ile ocak mensubu iyileştiriciler diye iki grubun varlığına dikkat çeken Yürür; “İyileştirici görevine uygun olmanın en önemli kriterleri, iyileştirici kişinin bilgi ve becerisinden dolayı kişisel çıkar, haz ya da, zenginlik beklememesi; hak yemeyen bir kişi olması; merhametli ve özverili olması ve hizmet etmeyi bir görev bilmesidir” diyor. Bölgede ocakların dini misyonlarıyla iyileştirme görevlerinin iç içe geçtiğine de vurgu yapan Yürür gözlemlerini şöyle aktarıyor:

“Eskiden beri insanlar hasta olunca dua istemek, kutsal merkezde rüyaya yatmak dışında, iyi gelen ilaçları bulmak için de dini merkezlere gidiyordu. Ama bitkilerle iyileştirme bilgisine vakıf olan sadece dedeler değildi. Bitkilerle ilaç yapma ve bazen de cerrahi bilgisine sahip, ancak seyit olmayan aileler de bulunmaktaydı. Bu işi meslek edinmiş, başka aşiretlere mensup insanlar da sağlık işini yürütüyordu.”Uzun yaşamın sırlarından birinin de doğal tereyağı olduğunu söyleyen Zeynep Çiçek; Zazaca Ververoz olarak nitelenen bitkinin ateşli deri hastalıklarında sağaltıcı etkisi olduğunu da belirtiyor. Zeynep Çiçek kuru dutun kaynatılarak ılık halde derideki hastalıklı yere bağlanmasının da rahatsızlığı gidereceğini söylüyor.Dersim’in genç şifacılarından biri ise Saniye İldeniz. Bitkilerle ilgili bütün bilgilerini babaannesinden öğrenen İldeniz, Mazgirt’in bir köyünde yaşıyor. Dersim’in pek çok yerinden topladığı bitkileri ilaca dönüştüren İldeniz; babaannesinin arının konduğu her çiçeğin değerli olduğunu söylediğini belirtiyor. Şifalı bitkilerden yaptığı ilaçları herhangi bir karşılık beklemeden yaptığını söyleyen İldeniz; yaptığı ilaçlarla boğaz enfeksiyonu, ülser, cilt hastalıkları, tansiyon, şeker hastalığı, saç hastalıkları, göz rahatsızlıkları, soğuk algınlığı, böbrek ve bağırsak sorunları gibi hastalıklarda kullanıldığını anlatıyor.Soy ve Belezer bitkileriÇocukluğundan beri şifalı bitkilere ilgi duyan babaannesinin kedilerin zehirlendiği zaman bile ne yiyeceğini bildiğini belirterek, bitkilerin toplama ve tüketim şekillerinin de önemli olduğunu vurguluyor ve kullandığı bazı bitkilerle ilgili de bilgiler veriyor:

“Soy dediğimiz bir bitki var. Sadece Munzur Gözeleri’nde yetişiyor. Efsaneye göre sadece dede soyundan olanlar toplayabiliyor. Dede soyundan olmayanlar topladığında, elleri kaynar su dökülmüş gibi yara oluyor. İnanılmaz bir kokusu olan bir bitki. Vitamin değeri yüksek, kan yapar, uykuyu düzenler, kemik ağrısına iyi gelir, metabolizmayı hızlandırır. Belezer dediğimiz bitki ise sadece bir hafta görülen bir bitki. Şiddetli balgam söktürücüdür, bademcik hastalığına, diş eti hastalıklarına iyi gelir, gırtlak hastalıklarına iyi gelir, ödem sökücüdür. Kurutularak çayı içilir, reçeli yapılır.”

İldeniz’in önerdiği bir başka bitki ise, asma: “Asma budandıktan sonra ağacının içinde üzüm özü suyu damlar. Sabaha kadar gece ayazında saf su akar bu suyu biriktikten sonra cam şişelere koyarak buzdolabında saklayın, saç bakımınızda kullanın. Dökülen saçları çıkarır, saç dibi enfeksiyonları tedavi eder. Ben küçükken babaannem benim saçımı üzüm ağacı öz suyuyla tarardı.”

İldeniz’in önerdiği bir başka bitki ise kırmızı kantaron. Bu bitkinin yağının yanık yaralarına iyi geldiğini söyleyen İldeniz, “Kışın ayakları ısınmayanlar kantaron yağıyla masaj yapın ağrı keser ve ısınır. Eklem ağrılarına, ayak egzamalarına sirkeyle sürerseniz erken iyileşir.

Dersim dağlarında çıkan nergislerden yaptığı çayın bronşit, astım gibi hastalıklara iyi geldiğini anlatan İldeniz; Türkçe’de çiriş denilen ama Dersim’de ‘gulik’ olarak bilinen bitkinin ise özellikle böbrek rahatsızlıklarına birebir olduğunu söylüyor.

Dersim’in endemik bitkilerinden biri de nerebent. Nerebent bitkisinin yara iyileştirmek dışında, bitkiden yapılan çayın sakinleştirici özelliği olduğunu, uyku yaptığını, ödem attığını, enfeksiyona iyi geldiğini ve emziren annelerde sütü çoğaltıp, gazı azalttığını anlatan İldeniz “Nerebent çayını bal veya bir iki damla limonla içebilirsiniz” diyor.

“Dersim çok multidisipliner bir kültür”

Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Ahmet Doğan, yüksek lisans ve doktorasını Dersim’deki bitkiler ve iyileştirme geleneği konusunda yapmış. Pülümür, Pertek ve Hozat’ta etnobotanik çalışmalar yürüten Doğan; etnobotaniğin halkın kullandığı bitkilerin tespit edilmesini önceleyen bir bilim dalı olduğunu belirterek “Etnobotanik çalışmalarında modern tıbbın geç gelmiş olması ve halkın geleneklerine bağlı olması önemli kriterlerdir. Dersim’in zengin bitki örtüsü ve endemikliği nedeniyle Dersim’i seçtim” diyor. Dersim’de hem bitkilerle hem de çevresindeki diğer canlılarla iletişim halinde olan bir kültür olduğunu belirten Doğan da, Dersimli bir akademisyen. Dersim coğrafyası derken sadece Tunceli kent merkezini ve ilçelerini kast etmediğini Sivas, Bingöl, Erzincan, Elazığ, Malatya’nın bazı bölümlerini içeren geniş bir coğrafi alanı kast ettiğini anlatan Ahmet Doğan, bu bölgedeki bitki örtüsüne dair şu bilgileri veriyor:

“Dersim çok multidisipliner bir kültür. İşin içinde Kızılbaşlık var, Kürtlük var, Zazalık var. O yüzden çok geniş bir kültürel alanı içeriyor. Endemik bitkiler açısından da çok zengin. Özellikle Munzur tarafı oldukça zengin bir bitkisel alan. Herhalde 3 bine yakın bitki çeşidinin olduğu bir yer ve bunların yüzde 10’u yani 300’e yakını da endemik. Yani sadece o bölgede yetişiyor. Bu 300 bölgenin de 60’a yakını lokal endemik, yani dünyada sadece Munzur tarafında görülüyor. Birçok Avrupa ülkesinden bile daha fazla bitkiye sahip bir bölgeden bahsediyoruz.”

Dersim kültürünün bitki bilimine ve iyileştirme geleneğine çok önemli etkisi olduğunu savunan Doğan şöyle devam ediyor:

“Dersim bulunduğu ortama, canlılara, taşına, kayasına daha kutsal bir varlık olarak bakıyor. Bitkilerle kurdukları ilişki de böyle. Yani oradaki her varlık hem kutsal hem de bir amaca hizmet ediyor, bir geçmişi var. Bitkiler de diğer canlılar gibi oldukça değerli. O yüzden şifa geleneğinde çok kullanılıyor. Birçok bitki halk tarafından biliniyor. Ancak yeni nesil ne yazık ki, bu bilgileri daha az biliyor. Yine de olumlu bir gelişme olarak, bitkileri tanımanın, bitkilerden faydalanmanın geri döndüğünü söyleyebilirim. Ben Dersim’de araştırmalar yapmaya 15 sene önce başlamıştım, bu 15 yılda bitkileri tanımak, bitkilere ulaşmak ve atalarının geleneklerini sürdürmek konusunda ilginin arttığını söyleyebilirim.”

Araştırmasının içeriğine dair şöyle konuşuyor Ahmet Doğan:

“Şifacılık geleneği, bir nevi modern kadavra yöntemlerini izleyerek gelişmiş. Diğer canlıların, özellikle hayvanların yediği bitkileri gözlemlemek, şifa geleneğinin oluşmasına çok önemli bir katkı sağlamış. İkincisi bu hayvanların ölülerini izleyerek, bazen de hasta hayvanları gözleyerek, örneğin hayvanın hangi bitkiyi yedikten sonra neresinin iyileştiğine bakarak bitkileri tanımışlar. Dersim’de yaşlıların en çok söylediği şey, ilkbaharda hayvanların yediği otların tamamının şifalı olduğuydu. Gerekçelerini de sonbaharda ölen ya da kesilen hayvanların organlarını incelediklerinde büyük bir kısmının hasar gördüğünü ama ilkbaharda ölen ya da kesilen hayvanların organlarının tertemiz olduğunu saptamışlar. Yılan sokması gibi durumlarda hayvanların ne tür tepkiler verdiğini, hangi bitkileri yediklerini bile gözlemişler.”

Bunun geleneksel olduğu kadar modern bilime de yakın yaklaşımlar olduğunu söyleyen Doğan; şifacıların kullandığı bazı yöntemlerin artık daha genele yayıldığını ve yaygınlaştığını da belirtiyor.

“Dersim’de özellikle süt taşıyan bitkiler iyileştirmede çok yoğun kullanılıyor”

Ahmet Doğan, Dersim’de araştırmaları sırasında en öne çıkan bitki olarak ‘nerebent’ adlı bitkiyle karşılaştığını anlatıyor:

“Lateks yani süt içiren bir bitkidir. Özellikle yara tedavisinde çok kullanılır. Bu bitki tereyağıyla karıştırılarak yara tedavisinde ve cilt hastalıklarında kullanılıyor. Bazen dâhilen de kullanılıyor, özellikle ülser tedavisinde. Bununla ilgili çeşitli makaleler yayınlanıyor ve projeler de yürütülüyor hâlihazırda. Onun dışında yörede ‘qızvan’ olarak bilinen menengiç bitkisi var. Hem meyveleri hem de sütü, iyileştirmede kullanılıyor. Dersim’de özellikle süt taşıyan bitkilerin iyileştirmede çok yoğun kullanımda olduğunu söyleyebilirim. Bu ikisinin dışında uçucu yağ familyasından; kekik, nane olarak bildiğimiz bitkiler de, gribal enfeksiyonlarda ve bağışıklık sistemini güçlendirmede çok yaygın olarak kullanılmaya devam ediliyor.”

Dersim başta olmak üzere etnobotanik alanındaki bitkilerin bilimsel olarak işlenmesinin ve insanlık yararına sunulması sürecinin, bilimsel prosedürler nedeniyle ağır işlediğini söyleyen Ahmet Doğan;

“Bir bitkiden bir ilacın oluşturulması çok uzun zaman alabiliyor ama yine de bazı çalışmalar yürüyor. Dersim’den dört ya da beş tane saydığım bitkilerin içinde olduğu projeler yürütüyoruz. Bunların bir kısmı TÜBİTAK projesi, bir kısmı da başka projeler. TÜBİTAK’ta yürüttüğümüz proje nerebent bitkisiyle ilgili. Projede şu anda piyasada olan pek çok ilaç ve kremden çok daha iyi bir şekilde yarayı tedavi ettiğini ortaya koyduk. Bu bitkiyle ilgili toksik deneyler de yaptık, mesela dış yarayı tedavi ediyor ama kanser hücrelerini de artırıyor. O yüzden dâhilen kullanılmamasını öneriyoruz.”

Dersim’de yürütülen HES ve maden arama projelerinin yörenin florasına büyük zarar verdiğini söyleyen Doğan; sadece Keban Barajı’nın yapılmasıyla Dersim’de yedi endemik türün ortadan kaybolduğunu ifade ediyor ve şöyle konuşuyor: “Ne yazık ki barajlar bitki örtüsünü değiştirme nedeniyle floraya en çok zarar veren oluşumlar. Çünkü bir gölet oluşturuyorlar ve bu da iklimi değiştiriyor. Bu barajlar bitki örtüsüne ve hayvan varlığına zarar vermeye başlamıştır bile.”

Gelelem Dersim’de şifa olarak kullanılan bitkiler, hayvanlar ve kutsal mekanlara…

Önce bitkiler.

Nerebent otu: Türkçe Alabent olarak bilinen bitki Dersim’de çok amaçlı kullanılıyor. Kurşun yaraları, açık yaralar, göbek fıtığı, astım en çok kullanıldığı durumlar.

Gezenge: Türkçeye meşe balı olarak çevrilebilecek bu ilaç, meşe ağaçlarında oluşur. Meşe yapraklarının üstündeki çiğ tanesi gibi görünen bu ballı yapraklar kesilir, güneşte kurutulur ve kurutulan yapraklar oklavayla dövüldükten sonra elekten geçirilir. Kaba kısmı ayıklandıktan sonra ballı yapraklar yoğrulur top top yapılır, rengi mavimsi ve çok katıdır. Çok güzel bir aroması olan gezenge, çıban deşmek için ve vücuttaki katı kitle oluşumlarında kullanılır. Halk arasında gezengeye ‘Hızır’ın kudreti’ denir.

Kuzukulağı: İç organlardaki yaralara, mide ve bağırsak yaralarına iyi gelir. Ağızda çiğnenip, açık yaralara konursa, yarayı kaynatır ve 8-10 saat içinde iyileştirir.

Acice otu: Su teresi olarak bilinen bu bitki, hazmı kolaylaştırır.

Ardıç tohumu: Nohut büyüklüğündeki, yeşil tohumlardır ve zamanla kırmızıya döner. Öksürüğe iyi gelir. Suda kaynatılır ve suyu içilir.

Alıç: Romatizmaya iyi gelmektedir. Beyazı kalp hastalıkları için iyidir. Çiçeklenme mevsiminde çiçekleri toplanıp kurutulursa, çayı şeker hastalığında kullanılabilir. Meyvesi taze tüketilirse kabızlık için de yararlıdır.

Meşe Palamudu: Şeker hastalığına iyi gelir. Meşe palamudunun içine bir ot koyarak yaranın üstüne tampon yapılırsa iltihabı çeker.

Ceviz yaprağı: Vajinal hastalıklarda kullanılır, ceviz yaprağı kazanda kaynatılıp, kadın üzerine oturtulur. Ayrıca ağrılı hastalıklarda ağrıyı keser.

Çekem otu: Çam familyasındandır. Ökse otu olarak da bilinir. Nohut tanesi gibi olan yeşil tohumlarının çekirdekleri yenir, astım hastalığında kullanılır. Ayrıca ağız kokusu, diş çürüklerinde kullanılan bir bitkidir. Bitkinin yağı ise siyatikte uygulanır.

Ana Fatma Çiçeği: Sarı top öbekler halinde büyüyen bir çiçektir. Özellikle Düzgün Baba dağında yetişir, şeker hastalığı için faydalıdır.

Gulik: Türkçede çiriş olarak bilinen bitki, hem insanların tüketim amacıyla kullandığı bir yemeklik bitkidir hem de pek çok hastalık için deva olarak kullanılır. Özellikle bağırsak temizliğinde ve kaynatılmış suyu ateşli hastalıklarda kullanılır.

Çöpleme Otu: Yörede Pıskeres olarak bilinen ot, astım tedavisinde yaygın olarak kullanılıyor. Önerilen tedavi şöyle: Yarım kilosu 3 litre suda kaynatılır. Her sabah bir bardak aç karnına içilir. Akciğer kanserine iyidir, balgamları söker, gözenekleri açar.

Dardağan: Kalp ve böbreğe iyidir. Meyvesi ezilir, el değirmeninde çekilir.

Dımega: Dalları ve kökü yanıklarda kullanılır. Tavada iyice kavrulur, dövülerek toz haline getirilir, tereyağına katılır. Yanık yerin üzerine sürülür, üzerine bir temiz bez sarılır.

Ebegümeci: Çiçekli iken ses kısıklığına iyidir. Ses açar.

Geven otu: Zazaca Goné olarak bilinen bitki, arının çiçeklerinden en fazla bal aldığı bitkidir. Geven sakızı aynı qızvan sakızı gibi, ilaç hammadesidir.

Gurnik bitkisi: Türkçe pıtrak olarak bilinir. Yazları çıkan bitkidir, başında top gibi bir çiçeği vardır. Sapı ve çiçeği kaynatılır, aç karnına bir çay bardağı içilir. Gırtlak kanserine ve kadın kısırlığına iyi gelir.

Gürüz otu: Türkçesi, Sığır Dili bitkisidir. Dersim bilgelerine göre kedi her yılan yedikten sonra bu otu yer. Dersim şifacılığında enfeksiyon yaralarında, böcek ısırmalarında kullanılır. Romatizmaya ve mide ağrılarına iyi gelmektedir. Bağırsaklara yararlı olup, açık yaraları iyileştirici özelliği vardır. Dolayısıyla açık yaralar için tereyağında krem haline gelinceye kadar kaynatılır. Kadın hastalıklarına da yararlı olan bir bitkidir. İyice haşlandıktan sonra bir bezin içine sararak epilepsi hastalarının kafasına konursa, dinlendirici özelliği vardır.

Havacıva otu: Yörede Hewaze olarak bilinen ot, balmumuyla karıştırılır ve yaralar ile kas ağrılarının tedavisinde kullanılır. Ayrıca kuyruk yağı ve tereyağı ile otun kökü ezilerek kaynatılır ve yaralara sürülür.

Işgın kökü: Yörede rives olarak bilinen bitkinin baş ağrısında, şeker hastalığında, kanser ve basur tedavisinde kullanıldığı belirtiliyor.

Kersim: Türkçede dağ teresi olarak bilinen ot, yara tedavisinden, nefes darlığına birçok alanda kullanılıyor.

Hiro: Türkçe Hatmi olarak bilinen bitkinin çayı diz ağrılarını dindirir. Yılan sokmalarında bitkinin sapları, çiçeği ve yaprakları bir dibekte hamurlaşıncaya kadar dövülür. Daha sonra ayrana karıştırılarak yılanın soktuğu bölgeye yedi gün boyunca bu karışım, bezin üzerine bırakılarak sarılır. Karışım zehirli sarı suları yavaş yavaş dışarıya akıtır. Ayrıca bitki iyice dövüldükten sonra ayrana karıştırılarak içilse öksürüğü de keser. Eskiden sabun bulunmadığından ölülerin yıkanacağı suyun içine konulurdu. Otun köpürme özelliği sayesinde ölüler daha rahat yıkanırdı

Kenger sütü: Yaraların üzerine sürülür.

Mamuk: Yabani Tamas Eriği olarak Türkçeye geçmiş olan bu bitki, idrar yolları tedavisinde kullanılır.

Meşe: Meşenin kabuğu sökülür. El değirmeninden geçirilerek un haline getirilir ve tereyağıyla karıştırılır. Egzama tedavisinin yanı sıra, yanık izlerinin geçmesinde de kullanılır.

Qızvan: Türkçede çedene olarak bilinen bitki; balmumu, tereyağı, bal ile karıştırılarak merhem haline getirilir ve iltihapların tedavisinde kullanılır. Astım, mide ağrıları ve ülser tedavisinde de kullanılan bir bitkidir. Qızvan sakızı ise; safra, ishal gibi durumlarda kullanılır.

Savile: Türkçeye dağ gülü olarak giren bu bitki tansiyon, astım ve şeker hastalığına iyidir. Topraktan 20-30 cm çıkınca, meyvesi ve yaprağı toplanır.

Piltan: Nazar için kullanılır. Evin ve eşyaların güzel kokması için evin bir duvarına da asılır. Kaynatılıp suyu başa sürülürse, saç dökülmesini azaltmaktadır.

Pung: Türkçe yarpuz olarak bilinen bitki, iç organlardaki iltihabı kurutmaya ve kistlere iyi gelir. Akciğere de yararlı olup nefes darlığı çekenler için nefes açıcı özelliği vardır. Yoğurda karıştırılarak yenildiğinde, ağrı kesici özelliğe sahiptir. Dişlerin temizlenmesinde de kullanılır. Taze olarak salatalarda veya kurutularak yemeklerde tüketilirse, mideyi dinlendirip, nefesi de açmaktadır.

Sıpidank: Türkçe Tükürük Otu olarak bilinen bu bitki, kaynatılıp suyu içilirse, iç hastalıklara iyi gelir. Karın sancılarını da yatıştırmaktadır. Yeni doğum yapmış kadınlara suyu içirilip, otun kendisi de yedirilirse, karın ağrılarını azaltır. Şeker hastalığına yararlı bir bitki olup, aynı zamanda vücut şişkinliğini de indirir.

Sipînk: Yemlik olarak bilinen bu bitki, vücuttaki kirli kanı ve hastalıkları temizler. Hazmı kolaylaştırmak için yemekten önce yenir.

Sîrim: Türkçe yayla sarımsağı olarak tercüme edilebilir. Kalp hastalıklarına iyi gelmektedir. Tazeyken yenilirse bağırsakları temizler. Saçın dökülmesini engeller. Taze yenilmesi durumunda tansiyonu dengelemektedir. İltihap kurutucu özelliğinden dolayı çiğ tüketilirse yararlıdır.

Dersim lokman hekimliğinde bitkiler kadar hayvanlar da kullanılıyor. Bunların en başında da alabalık geliyor.

Alabalık: Ermeni lokman hekimlerden öğrenildiği söylenen iyileştirme yöntemi şöyle:

“Eklem ağrıları, varisler, bel ve boyun fıtığı ve romatizma ağrıları için, bir alabalık alınır, bütün olarak zeytinyağının içine atılır. Yarım kiloluk zeytinyağı şişesine balık bırakılıp, kapağı kapatılır. Bir süre sonra balık çürür. 15 gün böyle bekletildikten sonra, balık ağrıyan eklem yerlerine ovalanarak vıcık halinde sürülür ve sarılır, 5-6 saat bekletilir. Tedavi 5 gün sürer.”

Ayının ayakaltı, deri altı ve iç yağları: Uyuz hastalığı için ilaçtır, uyuz olan uzuvlara sürülür.

Bıldırcın eti: Sara hastalığında kurutulur, hastaya yedirilir.

Domuzun ön iki dişi: Boynuz gibidir. Doğum sırasında çok acı çeken veya doğumda zorlanan kadınlara, domuzun bu iki dişi rendelenerek, toz haline getirilir, sütün içine katılarak, kadına verilir. Bu şekilde doğumu rahat atlatır.

Ayı safrası: Güçlendirir. Ayı safrası ve ayı karaciğeri beraber kurutulup, kullanılır. Ayrıca, siroz hastaları yeni yüzülmüş ayı postuna sokulur, bu sirozun getirdiği şişkinliği alır.

Koçboynuzu: Yakılır, tülbentten/ süzgeçten geçirilir. Tereyağıyla karıştırılır ve merhem yapılır. Yaralarda kullanılır.

Kaplumbağa kabuğu: Değirmende öğütülür, toz haline getirilir. Kansere iyi geldiği söyleniyor.

Dersim’de tedavi için başvurulan bitkiler ve hayvanların yanı sıra, ziyaret olarak bilinen kutsal mekânlar da vardır. Onlardan bazıları ise şöyle:

Dedeğaaç köyündeki Şıx Delile Berxecan ziyareti. Akıl hastaları götürülür.

Öksürük deliği: Silizu köyündedir. Munzur suyuna bakan bir tepenin ucundaki, ortası delik, halka şeklinde kayadır. Öksüren çocuğun kazağı bu delikten geçirilir.

Auke Ziyareti: Hamileyken rahimdeki çocuk ölmesin diye gidilir.

Kemeré çermi: Mılan köyünün altında yeraltından gelen bir su kaynağıdır. Burada hastaya soğuk su dökülür.

Jara Çe Nesimi ziyareti: Buraya eskiden her türlü hasta getirilir. İnanışa göre burada beyaz bir yılan yaşıyor ve onu gören iyileşiyor.

Dara Tezbé Domanu: Bir çınar ağacıdır. Çocukları hastalıklardan korumak için, bu ağacın dalından yapılmış boncuklar, yeni doğan çocuğun boynuna asılır. Bunlara, “Düzgün’ün tespihi” deniyor.

Dojik Baba: Bu ziyarete felç, inme vakaları, sara hastaları gidermiş. Günümüzde de sinir sis-temi hastalıkları olanlar da gidiyor.

Harşiye: Çocuğu olmayanlar ve bir hastalıktan mustarip olanlar ziyarete gider.

Moré şia: Kavun köyündedir. Akıl hastaları, sara hastaları, bayılanlar özellikle gider.

Dolu Baba: Kızamık hastalığı için gidilir. İyileşince, gidip kurban kesilir.

Masumu Pak: Çocuğu olmayanlar gider.

Yel Baba Ziyareti: Ovacık’tadır. Romatizma, eklem ağrıları, bayılma ve havale için gidilir.

Dewres divane: Saldırgan deliler bu ziyarete götürülür. Oradaki meşe ağacına bağlanır. Hasta ipini çözer gelirse, iyileşir.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Dersim’de şifa: Yüzyıllardır unutulmayan bir gelenek

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dersim Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin