İHD İstanbul Şube Başkanı Avukat Gülseren Yoleri, 2022’de yaşanan hak ihlallerini değerlendirdi.
Gazeteci Müjgan Halis’in sorularını yanıtlayan Yoleri; 2022’nin bundan önceki yıllara da benzer şekilde hak ihlalleriyle geçtiğini belirterek, “Özellikle kadın cinayetleri, iş cinayetleri, mahpus cinayetleri, çatışmalı ortamlardaki yaşam hakkı ihlalleri, dur ihtarına uyulmadı diye gerçekleşen yaşam hakkı ihlalleri yoğun olarak 2022’nin de en önemli başlıkları arasında yer aldı” dedi.
İhlallerin artarak devam etmesinin, bu ülkeyi yönetenlerin bu ihlalleri önlemek gibi bir eğilimlerin olmadığını gösterdiğini belirten Yoleri, kadın cinayetlerinin artmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının bunun önemli kanıtlarından biri olduğuna dikkat çekti.
Gazeteci Müjgan Halis’in “Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, insan hakları ihlalleri artırdı mı” şeklindeki sorusuna ise Yoleri şöyle cevap verdi:
“Demokrasinin olmadığı yerde, hukukun evrensel değerlere uygun olarak dizayn edilmediği ve hâkim olmadığı bir yerde zaten ihlallerin önlenmesi mümkün değil. Başkanlık sistemi bütün bunları tehdit ediyor, parlamenter sistemden-demokrasiden uzaklaşma anlamına geliyordu zaten. Hukukun yeniden ama otoriter tarzda ama özellikle insan haklarından ve demokrasiden uzak bir şekilde dizayn edildiği bu tek adam rejimi, hak ihlallerinin çok daha yoğunlaşması sonucunu doğurdu.”
Av. Yoleri kadın muhalefetine yönelik iktidarın sert tepkisine, kadın eylemlerine yönelik müdahaleleri ve yasaklamaları ise şöyle yorumladı:
“Erkek bakış açısının toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren yaklaşımı bunun en önemli nedeni. Kadınlar bu ülkede nüfusun yarısını oluşturuyor. Şimdi biz siz bu nüfusun yarısını eğer baskılarsanız, iradesini kullanamaz hale getirirseniz, yani sözünün eyleminin etkisizleştirilmesini hedefler bunu da yapmaya çalışırsanız, bu ülkenin yarı nüfusunu söz sahibi olamadığı bir ortamda yönetmek istiyorsunuz anlamına gelir. Yani 84 milyonluk bir Türkiye’yi yönetmek değil de 42 milyonluk bir Türkiye’yi yönetmekle ilgileniyorsunuzdur.
Biz biliyoruz ki ülkeyi yönetenler baskı politikalarını sadece kadınlara, sadece erkeklere ya da belli bir kesime yönlendirmiyorlar, belli kesimlere çok daha ağır yönlendirerek başka unsurları da baskı aracı olarak kullanarak aslında bu kesimi etkisizleştirmeyi, sesini bir anlamda kısmayı da hedefliyorlar. Mesela Aleviler bakımından, mülteciler bakımından, Kürtler bakımından, Romanlar bakımından da toplumu birbirine düşman ederek, nefret saldırılarıyla ayrımcılığı körükleyerek de bir etkisizleştirme ve sindirme politikası yürütülüyor. Bir yandan da kadınların dinamizminin ve kadınların özgürlük arayışının topluma yol göstermesi ya da toplumda aslında bunun bir umuda dönüşmesi ihtimalini de bu ülkeyi yönetenler sevmiyor. Bunu da ortadan kaldırabilmek için kadınlara yönelik baskının çok daha ısrarlı, çok daha yoğun olarak gerçekleştiğini söyleyebiliriz.”
2022’ye damga vuran önemli olaylardan biri de Osman Kavala şahsında cisimleşen Gezi davası ve Gezi davasında verilen ağır cezalar.
Gülseren Yoleri her türlü hak talebinin ve itirazın baskıyla bastırılmaya çalışıldığı bir süreçte olduğumuz dikkat çekerek, bunun son örneğinin Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Finacancı’nın tutuklanması olduğunu hatırlattı ve hak taleplerine yönelik cezalandırma politikasına dair şöyle konuştu:
“İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ki hak savunuculuğu anlamında referans belgedir ve aslında sadece hak savunucularını değil ama bu bildirgeyi imzalayarak onaylamış ve dolayısıyla uygulama sözü vermiş olan bütün devletler tarafından bağlayıcıdır. Bildirgenin giriş bölümünde der ki, zulüm varsa bu zulme karşı direnmek haktır. Aslında bu ülkeyi yönetenler de bu gerçeği çok iyi biliyorlar; bir yerde zulüm varsa, bir yerde baskı varsa, bir yerde haklar ihlal ediliyorsa orada mutlaka bir direniş boy gösterecektir. Bu kaçınılmazdır. O yüzden bu direniş noktalarını ortadan kaldırmaya yönelik hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Gezi davasında verilen cezalar da bunun göstergesi. Avukat arkadaşlarımızın yargılandığı davada verilen ağır cezalar da bunun göstergesi. Bugün Şebnem hocanın hiç suç oluşturmadığı halde yani ne iç hukuktaki düzenlemeler ne uluslararası hukuktaki düzenlemeler çerçevesinde hiçbir suç oluşturmayan sözleri nedeniyle tutuklu olması bunun göstergesi. Devlet yargı baskısıyla insanların bu itirazının isyana dönüşmesini engellemeye çalışıyor.”
2022’de sadece toplumsal muhalefete değil, kültür sanat alanına da ciddi müdahaleler oldu, konserler yasaklandı, sanatçılar tutuklandı. Bunun en çarpıcı örneği ise Gülşen’in yargılanması ve tutuklanması oldu.
Gülseren Yoleri, Gülşen örneğinde yaşananları ve verilen mesajı ise şöyle yorumladı:
“Toplumun çok büyük kesimince takip edilen isimlere verilen bu cezalar, yargı tehditleri aslında topluma mesaj veriyor. Bu mesaj, topluma bu iktidarın kırmızı çizgilerini bir daha hatırlatan, hangi konularda konuşup hangi konularda konuşmaması gerektiğini gösteren bir mesaj. Topluma deniliyor ki, kimse dokunulmaz değil, hepinizi takip ediyoruz ve hiç kimseyi affetmeyiz. Gülşen’e bunu yapıyorsam, sana daha kötüsünü yaparım mesajını alıyor toplum bu tehditlerden.”
2022’de önemli bir hak ihlali de basın ve sosyal medya alanında yaşandı ve dezenformasyon yasası çıktı. Av. Gülseren Yoleri, yasanın iktidarın ihtiyaçlarından doğduğunu belirterek “İktidar özgürlük alanını bildiği bütün yöntemlerle kısıtlamaya çalışmasına rağmen, tamamen ortadan kaldıramamanın verdiği bir çaresizlikle aslında sürekli yeni yasalar yapıyor” dedi ve sözlerine devam etti:
“Dezenformasyon yasasıyla hem yayın organlarının hem sosyal medyanın, sosyal medya kullanıcılarının bir anlamda çok daha fazla sıkıştırıldığı ve özgür hareket etmesinin önüne geçileceği ya da geçmeyi planlayan bir şey ortaya kondu. Yani bu yasanın da esası bu. Sosyal medya kontrolünde halihazırda zorluk çektiklerini biliyoruz. O yüzden sosyal medya şirketlerini de aslında bu sisteme dahil ederek bir anlamda onların da Türkiye’deki varlıklarını tehdit eden bir sistem oluşturmak istediler.
İki ay kadar bir iddianame geçti elimize, savcı iddianamede demiş ki sosyal medya paylaşımında suçlanan kişi bir emoji koymuş, gülücük emojisi. Bu emojiyle paylaşıma onay verdiği anlaşılıyor. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu dosyada ilk celsede ceza verdiler ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiler. En son Ayşenur Aslan’a mimikleri gösterilerek verilen ceza meselesi de aynı şey. Yani artık mimiklerimizden niyetimizi okuyan, emojilerimizden niyetimizi okuyan, o mimiklere artık söz yazan bir iktidar pratiğinden söz ediyoruz. Bu size de Orwell’in 1984 romanını çağrıştırmıyor mu?”
İHD İstanbul Şube Başkanı Av. Gülseren Yoleri son olarak HDP’ye yönelik yargı kuşatmasını ve İmamoğlu’na verilen cezaya dair de şu yorumu yaptı:
“Artık hukuk şu hale geldi, insan hakları savunucuları olarak bize de soruyorlar, diyoruz ki her şey olabilir. Çünkü burada hukuk üzerinden hareket eden, hukukun ilkeleriyle hareket eden bir yargı da yok. Yani HDP’ye kapatma davası açmazlar denilirken böyle bir davayı açtılar mı? Açtılar. Şimdi böyle bir karar çıkar mı, çıkar. Öyle bir süreçte yaşıyoruz. Haksızlık baştan engellenmezse bunun toplumun her kesimine sirayet edeceğini daha kaç kere söylemek lazım? Yani bu o kadar can acıtan bir şey ki. Hatırlarsınız, Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin dokunulmazlıkların kaldırılması süreci çok tartışma konusu olmuştu. Cumhuriyet Halk Partisi dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanmıştı ve ardından Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri terörist ilan edilmişti.
HDP’li belediyelere kayyum atanırken oturduk, şimdi CHP’li belediyelere kayyum meselesi tartışma konusu olunca bu konuyu yeniden konuşuyoruz. İşte burada aslında biz hak savunucularının hep altını çizdiğimiz bir şey var. Bir yerde bir hak ihlali varsa bu hak ihlalini kime yapıldığından bağımsız önlemek zorundayız ki başka yerlerde bu ihlalle karşılaşmayalım. Bugün durduğumuz yer şudur, İmamoğlu’na sahiplenmek zorundayız. Çünkü başka çaremiz yok.
Seçimlere gidiyoruz ve iktidarın bir kaybetme korkusu var, bu kaybetme korkusunu aşabilmek için HDP gibi aslında ciddi bir oy potansiyeli olan bir partinin seçim dışına düşürülmesi planlanıyor. Ama diyelim ki siz bu partiyi kapattınız, peki oy veren insanları ne yapacaksınız? Onları da mı kapatacaksınız? Yani oy veren insanlar gidip o oylarını kullanmayacaklar mı, yani siz HDP’yi kapatınca götürüp onu o oylarını AKP’ye mi verecekler, MHP’ye mi verecekler? Böyle akıl dışı bir beklenti olabilir mi?”