19.08.2025 / Silivri Cezaevi
Toplumsal barışın kapısını aralamak, 41 yıldır süregelen çatışmalı sürece son vermek adına atılan en önemli adımlardan biri; TBMM çatısı altında kurulan komisyondur. İYİ Parti dışında Meclis’te bulunan tüm partilerin komisyona üye vermiş olması oldukça kapsayıcı bir mutabakat zemini sunmuştur.
Bu tarihsel eşikte Komisyon önce çalışma yöntemini belirledi. Ardından partilerin çözüm önerileri dile getirildi. Devamında STK’lar, Cumartesi Anneleri, Diyarbakır Anneleri, Barış Anneleri vd. temsilcilerin olduğu listeler davet edildi. Görüldüğü üzere Komisyon bir yandan yasal düzenlemeler için çalışacak, öte yandan çatışma/çözüm bağlamında toplumun farklı kesimlerini dinleyecek. Komisyona davet edilen ve dinleneceklerin listesini bilmemekle birlikte; bir yurttaş, gazeteci ve araştırmacı-yazar olarak bir öneride bulunmak isterim.
Çatışma/çözüm ve barış süreçlerinin ele alması gereken en başat mevzulardan biri de göç olgusudur. Neden böyledir? Çünkü savaş ve çatışma pratikleri, çıktığı her yerde kitlesel göçlere neden olmuştur. Ülkemiz özelinde yaşanan 41 yıllık çatışmalı süreç zamana, coğrafyalara yayılan çok katmanlı dramatik göçlere sebep olmuştur. Bu göçlerin sosyolojik, iktisadi, demografik, kültürel, siyasi, psiko-travmatik birçok boyutu bulunmaktadır. Bu nedenle, başta iç göç mağduru siviller olmak üzere göç dernekleri, ilgili STK’lar, akademisyenler, saha araştırmacıları komisyona çağrılıp dinlenmelidir.
Öte yandan çatışmasızlık ve barış salt Türkiye’nin iç meselesi değildir. Türkiye’nin etrafı sıcak çatışmalar ve savaş coğrafyasıdır. Ayrıca Kürt sorununun demokratik çözümü bölgesel özellikler taşımaktadır. Dolayısıyla ülkede barış bölgede barış adımlarıyla el ele yürümelidir. Zira göçleri kaynağında durduracak en önemli faktör barıştır.
Özellikle 1990’lı yıllarda yaşanan köy boşaltmalar, zorunlu yer değiştirmeler yüz binlerce insanın metropollere ve batı kentlerine göç etmesine neden olmuştur. Yurt dışına göçü de bu nüfusa dâhil etmek gerekir. Kürt yoksulları Irak ve Ortadoğu ülkelerine ama daha çok Avrupa ülkelerine sığınma başvurusu yapmışladır. Dolayısıyla eve/köye dönüş, barış ortamının tesisi ve mağduriyetlerin giderilmesi uzunca yıllar talep olarak dile getirilmektedir. Bu nedenle bugünkü “eve dönüş” tartışması salt silah bırakanlar için değil, göç insanı siviller için de değerlendirmeye alınmalıdır. Önem ve öncelik sıralaması elbette komisyonun tasarrufundadır.
Türkiye’den dış ülkelere doğru göç; ülke gerçekliğimizdir, kapsamı çok daha geniştir. Özellikle genç nüfus göçü dikkat çekicidir. Barış ve demokratikleşme adımları ülkede yaşamaya dair umutları arttıracaktır. Komisyon Avrupa vd. ülkelere yaşanan göçü bu bağlamda tartışabilmelidir.
Yıllar içinde savaşa, çatışmalara ayrılan paralar ülke ekonomisini olumsuz etkiledi. Emekçi yoksulların bütçesi daha da küçüldü. Süreç tartışmasının ardından bugün yeni yatırım ve kalkınma imkânları konuşulmaktadır. Fakat bu tartışmada emekçilerin, kır yoksullarının, çatışma mağduru göç insanlarının ne kazanacağı berrak değildir. Dolayısıyla işçi sendikaları da Komisyon’a davet edilmelidir. Köylü temsilcileri dinlenmelidir.
Dil bariyeri ve toplumsal önyargılar barış adımlarının önünde aşılması gereken engellerdir. İç ve dış göçlerin tüm mağdur kesimlerini gözeterek kardeşliğin dili kurulmalıdır. Türkçe, Kürtçe, Arapça vd. dilleri konuşmadan barışın dilini yakalamak kolay değildir.
Türkiye uluslararası göç trafiği bakımından “transit” ülke olarak anılmaktadır. 2011 yılında başlayan Suriye Savaşı sonrasında milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye sığınmıştır. Esad yönetiminin devrilmesinin ardından geri dönüşler (sınırlı da olsa) başlamıştır. Peki bu insanlar kimlerdir? Onlar Suriyeli Araplar, Suriyeli Kürtler, Aleviler yahut Çerkeslerdir. Dolayısıyla gerek Türkiye’de yaşayan Suriyeli mülteciler gerekse Suriye’ye dönenlerin bu barış sürecine nasıl dâhil olacak konuşulmalıdır. Suriye göçmen toplumunun temsilcileri veya kanaat önderleri dinlenebilir.
Öncesi bir yana, özellikle Kayseri’de mültecilerin yaşadığı provokasyon ve şiddet olayları toplumsal önyargıları da büyütmüştür. Şiddet ve nefret suçları kimi zaman Kürt, Alevi yahut “ötekileri” de hedef alabilmektedir. Göçmen düşmanlığının ortadan kalkmadığı bir toplumsal iklimde iç barışı tesis etmek kolay değildir. Bu nedenle toplumsal barış, nefret suçları bağlamında da ele alınmalıdır.
Sonuç olarak, TBMM’de “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” adıyla kurulan Komisyon; çatışma/çözüm bağlamından uzaklaşmadan, ağır bir sorun olan göç olgusunu da gündem yapmalıdır. Elbette Meclis’teki Komisyon’un hantallaşması, konu/konuk çeşitliliği yüzünden işlerini yapmaz hale gelmesi arzu edilecek bir sonuç değildir. Bu nedenle göç olgusunun hangi yöntem veya takvimle ele alınacağı çözülebilir pratik bir sorundur.
Komisyon çalışmasına güç vermek bakımından ilgili kişi, kurum ve kuruluşlar barışın toplumsallaşması üzerine bir göç konferansı da düzenleyebilirler.
Çocuklarımıza bırakacağımız en güzel armağan; silahsız, kansız, göç ve gözyaşı denizinin olmadığı bir barış coğrafyası olsun. Zira Yannis Ritsos’un dizeleriyle:
“Çocuğun gördüğü düştür barış”