Yazar Piri Er, yeni kitabı ‘Alevilerde Hakk’a yürüme erkanı’ ile inançta değişime uğrayan geleneklere ışık tutuyor. Yazar Er, Alevilikte en çok etkilenen alanın Hakk’a yürüme erkanları olduğunu belirterek, “Söylediklerimin toplumun büyük kısmından tepki çekeceğini biliyorum ama toplumun yine büyük bir kısmının da ‘doğrusu bu’ diyeceğini de biliyorum” ifadelerini kullandı.
Hakk’a uğurlama erkanı, usül olarak Alevi toplumu içerisinde tartışılan bir konu. Alevi toplumunun her süreğinde farklı uygulamalara rastlanırken hangi hizmetin doğru, hangisinin yanlış olduğu konusunda ise farklı argümanlar bulunuyor.
Araştırmacı-Yazar Piri Er, Hakk’a uğurlama erkanı konusunu, güçlü kaynaklar doğrultusunda kitaplaştırdı.
ALEVİLİKTE EN ÇOK ETKİLENEN ALAN: HAKK’A YÜRÜME ERKANI
Yazar Piri Er’in öncelikli belirttiği husus, Hakk’a yürüme erkanlarının Alevilikte süreklere göre farklılık gösterdiği konusu oldu. Her süreğin, kendi geleneğine uygun olanı yaptığını anlatan Yazar Er, bunların giderilmesi için çeşitli Alevi örgütlerinin geçmişte farklı erkannameler hazırladığını belirtti. Piri Er, oluşturulan o erkannamelerin iki tanesinin hazırlanmasında kendisinin de olduğunu söyleyerek şöyle devam etti:
“Peki neden böyle bir kitap yazma isteği oluştu? Hazırlanan erkannamelere katkı vermiş olmamla beraber benim dışımdaki unsurlar da onların şekillenmesinde rol oynadı. Bütün aklımdan, gönlümden geçenleri o erkannamelere dökme şansına sahip değildim. Ve bu konulardaki tartışmaların sürdüğünü gördüm. Olayın farklı yerlere çekildiğini, Alevilikle Yol dili ile hiç ilişkisi olmayan konuların erkannamelerin içerisine yerleştirildiğini ve bunun da erkan diye uygulandığını gördüm. Mesela Kur’an’dan ayetlerin okunması, Fatiha’sız olmaması, Kur’an’daki ayetleri ve Arapçayı duymayan kişilerin ‘cenazemiz mundar gitti’ şeklinde değerlendirmelerde bulunması gibi… Aleviliğin içerisinde en çok etkilenen alan Hakk’a yürüme; yani ölüm gelenekleri içerisinde İslami motiflerin çok fazla ağırlık kazanması nedeniyle de böyle bir şeyin oluşturulması gerektiğini düşündüm. ‘Allah rahmet eylesin’ deyip üstüne ‘Devri daim olsun’ diyen bir toplum oluştu. Bu iki birbirine zıt kavram, ya birini Allah rahmet eder ya da bu insan devir sürecine girmiştir ‘Devri daim olsun’ deriz. Bunların birini yapmamız gerekir. Cennet, cehennem ya vardır ya da yoktur. Eğer var olduklarına inanıyorsanız o zaman Fatiha’yı okumanız gerekir. Çünkü Fatiha der ki ‘gelen canımız öte dünyada cennetinle onurlandırdıkların içerisinde yer alsın…’ böyle bir dileği yerine getirir. Dolayısıyla Yol diline en yakın erkanı oluşturabilmek adına bu kitabı yazdım. Bu kitabın diğer erkannamelerden şöyle bir farkı var; diğerleri genellikle erkanı dile getirir, yani erkan nasıl yürütülmeli, nasıl başlamalı, nasıl bitirilmeli şeklinde… Çok fazla ayrıntıya girilir ve kefenin parçalarından tutun da metresine kadar, yıkama suyunun hangi taraftan döküleceğinden, nerede biteceğine kadar bunların aslında Alevilikte bir karşılığı yok. Tamam kefenlenme vardır ama bunu katı kurallarla uygulamak yoktur. Bir taraftan devir anlayışından bahsedilirken bir taraftan da duaz imamlarla kaldırılması gerektiği söylendi. Duaz imamlara girdiğinizde 12 imamlara yol çıkıyor. Böyle olunca da gene İslam kaynağına bir şekilde ulaşıyorsunuz. Bunların Yol dilinde olmaması gerektiğini düşündüğüm için bu çalışmayı yaptım.”
“ERKANNAMEYİ ALEVİLİĞİN TEMEL İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA OLUŞTURDUM”
Yazar Piri Er, yeni kitabında ‘Alevilikte Hakk nedir, ölüm nasıl değerlendirilir, bir öte dünya inancı var mıdır?’ gibi başlıkları da değerlendirdiğini anlattı. “Aleviler bu konularda neye inanıyordu, derdim buydu aslında” diyen Yazar Er, “Bu daha çok benim kendi erkannamem oldu. Bunu vasiyet olarak da söyledim. Oturup kendi kafamdan değil, Alevilerin temel ilkeleri doğrultusunda bir erkannamenin böyle yürütülmesi gerektiğini düşündüğüm için bu kitabı oluşturdum” dedi.
“35 YILDIR BU ALANDA ÇALIŞMA YÜRÜTÜYORUM”
Piri Er, kaleme aldığı kitabında özellikle İslam öğelerini arındırdığını da belirtti. Yazar Er, mezar taşlarına yazılan ifadelere de değindiğini anlatarak “Mezar taşlarına özellikle ‘Ruhuna Fatiha’ yazılmasının başlıca nedeni mezar taşı ustalarının İslam geleneğinden gelmiş olmalarıdır. Müslümanlara hazırladıkları gibi Alevilere de aynı taşları hazırlıyorlar. Bazen ‘Ruhuna Fatiha’ altına ise ‘Devri daim olsun’ yazılıyor. Biri yaratılışla ilgili diğeri varoluşla ilgili iki kavram” diye belirtti.
Piri Er, hazırladığı erkannamenin toplumda nasıl karşılık bulacağı konusunda ise şu öngörüde bulundu:
“Bir laf vardır ‘Bir deli kuyuya taş atmış 40 akıllı çıkaramamış’ diye. Ben bir delilik yaptım ve taş attım. Fincancı katırlarını da ürküteceğimi düşünüyorum ama bu yapılmalıydı. Eteğimdeki taşları döktüm. 35 yıldır bu alanda çalışma yürütüyorum. Yatıp kalkıp bu konuları çalışıyorum. Söylediklerimin toplumun büyük kısmından tepki çekeceğini biliyorum ama toplumun yine büyük bir kısmının da ‘doğrusu bu’ diyeceğini de biliyorum.
Çalışmamdaki birinci kaynağım alan araştırmalarım oldu. İlk çalışmama 1992 yılında Kırıkkale’de başladım. İkincisi, bu konuda yazılmış literatüre girmiş olan yazılı kaynaklar var. Onların da örnekleri kitapta var. Mesela bir örnek üzerinden gidecek olursak, erkanlarda saz çalınıp çalınmaması en büyük meselelerimizden birisi. Devriye söylenmeye söylenmeye Aleviler bu geleneği unutmuşlar. Şimdi ise devriye söyleyeni, saz çalanı ötekileştirip düşmanlaştırıyorlar, hatta din dışı görüp içlerine koymamaya çalışıyorlar. Kitapta bunların kaynaklarını da bulup gösterdim.”
“ŞİMDİ BUNUN NERESİ ALEVİCE?”
Anadolu coğrafyasındaki bütün sürekler üzerinde çalışma yaptığını söyleyen Piri Er, devriye geleneğine dair tespit ettiği şu bilgileri de paylaştı:
“1876’larda Dersim bölgesindeki Osmanlı’nın hazırladığı raporlar da var, onun da örneklerini koydum. Hakk’a yürüyen kişileri, dedelerin saz eşliğinde kaldırdığına ilişkin bilgiler var. Kaz Dağları’nda da benzer tespitleri yaptık. Ama biz kendi inancımıza yabancılaştığımız için ‘kendimizden değil’ diyerek bunları dışlamışız. Osmanlı, saz çalıyorlar diye bunu ‘katli vaciptir’ fermanlarının içerisine koymuş, Osmanlı’nın kaldıramadığı bu bağlamayı biz Hakk’a yürüme erkanlarımızdan çıkarmaya çalışıyoruz.
Kitabımda dikkat çektiğim hususlardan biri de bazen imamlara bu işin düşmesi konusu oldu. Örneğin bir Tahtacı köyünde cami ve mescit vardı ancak namaz kılıp camiye gidilmezdi. Camiyi kendilerinin yaptırdığını öğrendim ve sebebini sorduğumda ‘cami olmayınca cenazelerimizi kaldırmaya imam bulamadık’ dediler. Tahtacılar, geleneklerine göre yatak, yorgan ve elbisesiyle gömülürler. Şimdi bu uygulamayı bir imama yaptıramazsınız. Yani Aleviler kendi kendine çok büyük bir asimilasyon süreci işletiyorlar ama bunun farkında değiller. Bu arada sadece yıkamayı yaptırmak için imamı arıyorlar. Çünkü o imamın arkasında namaz kılmayacaklarını da söylüyorlar. Mesela Mevlüt okuma geleneği de var. Amasya’da karşılaştığım bir dede, mevlüt okumaya gidiyordu. Çalışma yaparken de bana ‘bu mevlüt Aleviliğin en büyük düşmanı’ diyordu. Neden okuduğunu sorduğumda talep edildiğini söylüyordu. Çünkü bizim dardan indirme geleneğimiz unutulmuş. Alevilik dünyevi bir inançtır, öte dünya ile bir işi olmaz. Peki şimdi biz rızalık alıyor muyuz? Götürüp camiye sokuyoruz, 10 Alevinin yanında 100 Sünni var ve helallik alınıyor! İşte Aleviliğin değişen boyutlarından birisi de bu. Yani orada helallik alıp gönderiyoruz, Sünni imam istiyor, Sünnice cemaat veriyor, şimdi bunun neresi Alevice? Ama dardan indirme yapıldığı zaman çıkıp onun müsahibi ‘müsahibimin bu dünyada varisiyim, üstünde yük bırakmayın, onun yükünü bu dünyada ben çekeceğim’ der. İşte tüm bunlar için bu kitabı ortaya koymaya çalıştım.”
Kaynak: Pirha