Bugün kutsal topraklarımıza, nine dedelerimizin uğruna hayatlarını verdikleri anavatanımız Kadim Dersim’e her bakımdan çok uzak olduğumuz aşikar. Elbette bu uzaklık mesafe ile alakalı değil. Ne de olsa düşünüş, yaşayış, duygulanış ve hissediştir mesafeyi belirleyen.
Bir mekanı, bir yaşanmışlığı, bir kutsalın tezahürünü eğer önce gözlerimizi kapatıp çok derinden hissedemiyorsak onunla iletişim kuramayız. Munzur diye adını anıp, başına varıp suyundan kana kana içebiliriz. Fakat yüklenen manaya dair güçlü bir hissiyat, ona uygun bir yaşayış ve düşünüş olmadığında, Munzur artık herhangi bir çeşmeden, ya da dereden farksız demektir. Ceddimizin hafızasında, duygu dünyasında onu farklı kılan suyun tılsımı bozulmuş, manası kaybolmuş demektir.
Bir gerçeklik tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde duruyor. Evveliyatımıza ve şimdiki zamana dair gerçekliktir bu: Üzerinde çokça söz kursak da, ceddimizin mana dünyasındaki Dersim gün geçtikçe somut bir gerçeklik olmaktan çıkıyor, adeta bir yitik zaman efsanesine dönüşüyor. Bunun asıl nedeni dayatılan kültür kırımıyla birlikte yaşanan hafıza kaybı, yani amnezidir. Hafızasızlaştırma etnosit politikalarıyla sistematik şekilde dışarıdan dayatılırken, dayatılana karşı içeriden gönüllüce teşne olma, gün geçtikçe sorunu içinden çıkılamaz hale getiriyor. Bunu en bariz şekliyle toplumsal hafızamızın sembollerine yaklaşımda görmekteyiz
Toplumsal hafızanın sembolü Olarak Sey Rıza
Dersim Tertele’den bu yana, toplumsal hafızada Sey Rıza ile özdeş hale geldi. Dolayısıyla kolektif hafızamızın en kuşatıcı sembolü olarak Sey Rıza artık bir kişi değil, soykırıma dair toplumsal temsilin simgesidir. Jan Assman, “ayakta kalmak isteyen her topluluk sadece içsel iletişim biçimlerinin sahnesi olarak değil, aynı zamanda kimliklerinin sembolü ve hatıralarının dayanak noktalarını yaratmak ve garanti altına almak zorundadırlar,” derken, meramımıza tercüman oluyor.
Ortak kimlik önemli oranda toplumun özdeşleştiği sembollerle anlam kazanır. Sey Rıza hem kadim toplumsal kimlikle özdeşlik kuranlar, hem de bu kimliği akamete uğratmak isteyenler açısından bu sembollerin başında geliyor. Nitekim düzmece Elazığ duruşmalarında, bu sorun, savcı tarafından genç Tunceli’nin Dersim’e karşı savaşı olarak dile getirilmişti.
Sey Rıza, Tuncelileştirmeye karşı direnç gösteren Dersim’dir. O’nu Tunceli nitelemesi ile yan yana getirmek, hem bilinçli bir hafıza kırım pratiği hem de temsil ettiği değerleri anlam kaybına uğratmadır. Daha ilk adımda soykırımcıların da ilan ettiği gibi Tunceli ve Dersim inkar ile HAKİKAT’in kavgasıdır.
Gerçeklik bu kadar yaşamsal ve yakıcı iken şimdili kavganın kaybedeni durumundayız. İttihatçı ve Kemalist inkarcı aklın sahipleri “medenileştirme” iddiası ile topraklarımıza kanlı seferler düzenleyip, kesintisiz bir soykırım kıskacına aldıklarından beri, böyledir bu. Günümüzün İslamcı iktidarı ise bu kavgayı inkarcı rejim açısından mutlak zaferle nihayetlendirmek için yoğun bir çaba sergiliyor.
Bu lanetli gidişata karşı ortak bir payda oluşturmak ve güçlü bir direnç geliştirmek yerine bir birimizin canına okumada sınır tanımaz hale geldik. Bizler kavga ede dururken yağmacılar maden ve baraj projeleriyle, tarikat ve cemaatleriyle, okullarıyla topraklarımıza çullandıkça çullanıyorlar. Dilimizin, kültürümüzün, itikadımızın ve kutsallarımızın tabutuna son çiviyi çakmak için hiç olmadığı kadar gözükara davranıyorlar.
Değerlerimizi araçsallaştıran BİM’i de bu kapsamda görmek gerekiyor.
BİM’in Pervasızlığına Dur Diyecek miyiz?
Türkiye perakende gıda sektörünün en büyük pazar payını elinde tutan Zincir Market BİM, Tunceli’de de “Seyit Rıza -Tunceli’ adıyla bir şube açmış bulunuyor. 1995’te, yani oldukça yakın bir zamanda kurulmuş olmasına rağmen siyasi iktidarların desteği ve himayesi ile palazlandıkça palazlanan bu kartel işletmenin, kollarını ‘Tunceli’ye’ kadar uzatması hiçte şaşırtıcı değil.
İnsanları salt para gözüyle gören ve tüketiciler olarak kodlayan kartel işletmeler için her yerleşke, kar sağlayan bir pazar alanıdır. Hal böyle olunca gözlerinde pazar olarak canlanan her yerleşkeye aç kurtlar gibi çullanıyorlar. BİM gibi istismarcı kartel işletmeler açısından ‘tüketiciler’ nazarında cazibe merkezi haline gelmek ve kar marjlarını maksimum düzeye çıkarmanın her yolu mubahtır. Dolayısıyla her kutsiyet ve toplumsal değer, ticari hedefler için birer araçtır, malzemedir. Türkiye’de İslami sermaye 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte sahneye çıktığından beri giyim ve gıda sektöründe bu değerleri en pervasız biçimiyle kullanarak, istismar ederek palazlandı.
Bunun en iyi örneği, 1982’de temeli atılan “Tekbir” adlı İslami giyim markasıdır. Daha sonrasında ise “Helal” sertifikalı gıda markaları peyda oldu.
BİM, ‘Helal’ sertifikalı ürünlerin sergilendiği bu işletmelerden biridir. İktidarla ilişkileri aşikare olan bu kartel, Nakşibendi Erenköy Cemaati’nin önde gelen isimlerinin en önemli ticari markası olarak bilinmektedir.
BİM’in ‘Tunceli’ şubesiyle daha ilk adımda sergilediği istismar, kabul edilemezdir. Sey Rıza ismini kullanma pervasızlığı, açık bir kültür yağmasıdır. Gözümüze sokuşturarak, kültür ve hafıza kırım pratiklerini ticari faaliyeti kapsamına alma cüreti göstermesi karşısında yaşanan sessizlik ise düşündürücüdür.
Bu Duruma Nasıl Geldik?
Kadim kimliğimizi sürekli kültür işgaliyle, etnosit politikalarıyla yıkıma uğratırken, Tuncelilik adı altında bize yabancı bir kimlik inşasında büyük mesafe alındı. Bunun için bilinçler manipüle edilirken, ciddi bir aidiyet sorunu ile karşı karşıya kaldık. Öte yandan İtikadımızın Yol ulularından Kureyş üzerinden Seyit Mahmut Hayrani ile bağ kurma çabaları, Kadim Dersim kimliğine karşı içeriden dayatılan Türk/Türkmen kimliğine sığınma çabası olarak öne çıktı.
Diğer yandan Sey Rıza’yı bir aşiret ağası derekesine indirgeyerek itibarsızlaştırma da sınır tanımayanlar da, bilerek ya da bilmeyerek kolektif hafızanın sembollerin savaş açmaktan geri durmadı.
İçeriden geliştirilen bu çabalar kimliği silmenin ve deforme etmenin bir aracına dönüşerek, etnosit politikalarına can suyu olmaktadır. Bu pratiklere karşı yaşanan sessizlik ise bir kabullenme halidir.
Bütün bunlara karşı hiç kimse yaşanan baş aşağı gidişte kendi günahını görmek istemiyor. Parmaklar her zaman başkasını işaret ediyor. Oysa şöyle salimen ve vicdan muhakemesi yaparak düşünüldüğünde görülecektir ki, aramızda ilk taşı atabilecek günahsız yoktur. Hal böyleyken bugün Dersim açısından tabloya bakıldığında herkes suçu bir birinin kapısına süpürüp, elindeki taşları fırlatmak için pusuda bekliyor.
Şimdi günahları bir birimizin kapısına süpürmeden, BİM’in pervasızlığına karşı ortak ses verebilecek miyiz? Aile adına Rayber Rüstem Polat’ın oğlu Süleyman Polat bir çağrıda bulundu. Ne var ki gerekli desteği ve karşılığı bulamadı.
BİM’in pervasızlığını kabul etmiyorum. Sey Rıza Dersim’dir. Dersim adına söz kuran herkesi ses vermeye, ortak bir bildiriyle duruma itiraz etmeye çağırıyorum.